Küresel standartlardayız!

Sokak gösterilerinin provoke edilmesi burjuva güvenlik güçlerinin 200 yıldan fazla süredir üzerinde çalıştığı bir konu. Kayda değer bir birikim olduğunu da teslim etmek gerekiyor. Yoksa düzen karşıtı kesimlerin 200 yıldan fazla süredir bulup bulabildiği en etkili eylem biçiminin “dükkan – banka camı indirmek” olduğuna inanmak durumunda kalacağız.

Şimdi, birilerinin bu işleri “özgür iradesi” ile yaptığına, böyle bir mücadele pratiği içinde “özgürleştiğine” falan şüphe yok. Ama lütfen temel doğrularımız gaz bulutları içinde dağılmasın. Son bir haftadır İstanbul Taksim'de gerçekleşenlerin Türkiye emekçilerine dönük sözü pek sınırlı ve basittir ve onlar adına bir temsil yeteneği bulunmamaktadır ve en önemlisi emekçilerin sokak pratiklerine dönük büyük bir soğuma yaşamasının garantisini oluşturmaktadır. Toplumsal mesajlarının “ne olduğu” ise medyada bütün çıplaklığı ile yer bulmaktadır: Tartışmasız bir şekilde düzen karşıtlığının toplumdan uzaklaştırılması çabasıdır. Bu konuda onca kavga-dövüşe rağmen eylemcilerle güvenlik güçlerinin politik bir karşılıklılık içinde olduğunu düşünebilirsiniz. Medyanın belli eylem türlerine yönelik bu ilgisinin temel açıklaması da budur. Hemen hatırlatalım, bu iş tüm dünyada böyle yürüyor zaten, yani artık bizim de gerçek “küreselleşme karşıtlarımız” oldu, küresel standartta anarşistlerimiz oldu. Başımız göğe erdi...

***

Özetle IMF zirvesi, 2004 NATO zirvesinden farklı olarak, İstanbul'da beklenen “küresel ruhu” yakaladı. Bunun altını çizmek gerekiyor. Bundan beş yıl önce, İstanbul'da gerçekleşen zirve, anarşistler ve küreselleşme karşıtlarının 2000'lerin başından beri gelenekselleşmiş olan kırıp-döken tarzına fazla açık olmamıştı.

Bu hareketin provoke edilmiş eylem biçimleri konusundaki zaafı genel olarak yukarıda bahsettiğim mekanizmanın işlemesine yardımcı oluyor. 2000'deki IMF ve Dünya Bankası Zirvesi'nde Prag sokaklarında bugünlerde Taksim'de izlediğimiz tablonun benzerini gözlemlemiş, bunu Çek televizyonlarının sabah akşam yayınlamasını da tuhaf karşılamıştım. Gerçekten bir saçmalık vardı, “eylem” haberleri son derece “tarafsız” biçimde gün boyu ekranlarda kaldı. Kısa bir süre sonra insanların buna tepkilerinin nasıl şekillendiğini izleyince tablo netleşmişti.

Burada bir “düzenek” işliyor, dumanların arasından çıkmakta fayda var.

2004 NATO olmamıştı dedim, kimbilir belki AKP'nin küresel tecrübeleri yetmediği için, belki solumuz biraz daha kendinde olduğu için. Çok temel bir doğru ve solgüdü nedeniyle: Toplumla, emekçilerle bağları koparmamak için bu eylemlerin toplumsal olarak meşru olmayan bir görüntüye bürünmemesi gerekiyordu.

Bugünse farklı bir aşamaya geldiğimiz anlaşılıyor. Temel doğrular konusunda bir bulutlanma ve medyatize olma hali söz konusu. Sonuçta her ikisi de hipnotizma etkisi yaratıyor.

Son üç “bir mayıs” deneyiminin, bu deneyimerde devletin izlediği yolun bu bulutlanmayı önemli ölçüde beslediği unutulmamalı. 1996-2004 ve 2004-2009 arasındaki farkı yalnızca düzen cephesindeki “hazırlıklardan” ibaret sayamayız. Uzun tartışma, parantez olarak geçebiliriz.

***

Sokak gösterileri ve burjuva güvenlik aygıtının önlemleri... Küresel eğilimler ve buna karşı alınması gereken önlemler... Yine uzun tartışma, onu da geçebiliriz.

***

Tayyip Erdoğan, eylemlerden hiç rahatsız olmamışa benziyordu. (Benzemek ne kelime, tamamen öyleydi. Bir haber kanalındaki kadın sunucu, “başbakan her zaman olduğu gibi, sinirlenmedi, hakaret etmedi, vs” diye konuşurken şaşkınlığını gizleyemiyordu.) İki günkü konuşmaları arasında fark varmış, olacak tabii. Senaryo gereği. “Adam protestolara kulak verin diyordu ama şunların yaptıklarına bak, eh bu kadarı da olmaz ki canım.”

Zirve bitti, geriye ne kalacak? Genelde kalmaz, önemli olan böyle 2-3 günden, bir yılı kurtaracak malzeme çıkarmaktır. Şimdilik gelecek “polisin müdahale ettiği şiddet gösterilerine” kadar allahaısmarladık.

***

Hipnotizma etkisi ortadan kalktıktan sonra bazı başlıklar daha rahat tartışılabilir hale gelir. Bir süre bu tartışmanın yapılmasında yarar olacak.