‘Bu tablo tedbirsizliğin faturası olarak karşımıza çıkıyor’

Ne diyor İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş? (bir arkadaşım bu zat için gtalk statüsüne açıklayıcı bir sıfat yerleştirmiş, soL Portal hukuki bir sorun yaşamasın diye aktaramıyorum. Otosansür!)

- Bu tablo tedbirsizliğin faturası olarak karşımıza çıkıyor.

Sonra teknolojinin şuursuz kullanımından, küresel ısınmadan falan bahsediyor. İstanbul halkının sorumluluğundan... bir tür “bedel” edebiyatı yapıyor.

Oha! diyorsunuz. Diyorsanız duracaksınız...

Ne diyor Başbakan Tayyip Erdoğan (ve ayrıca A.K.Partisinin Genel Başkanı)

Aslında ne dediği tam anlaşılmıyor: Derelerin intikamı ağır olur, diyor. Bu da bir tür “bedel” edebiyatı gibi... Bir de mesyanik mesajı var: Bu felaketlerin şöyle bir izahını isteyip araştırdığınız zaman bu olsa olsa 100 yılda bir olur ya da daha uzun süreci kapsayan felaketlerdir, diyor.

Oha! demeyeceksiniz.

Daha sonra dahasını da söyler...

Ne diyor Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu: Bu tufan belirtisidir. Buna ne Türkiye'de ne Amerika'da ne de hiçbir yerde alınacak önlem yoktur.

Ooohaaa! diyorsunuz ama şimdilik... Alışacaksınız.

Bunlar bir toplantı yapacaklar, afet yönetimi devreye girecek. Oradan ne fırsatlar çıkar kimbilir. Sel kurbanları mı dediniz. Yok yok, bunun konumuzla ilgisi yok...

***

Ne diyor liberaller?

Daha tam diyemediler galiba. Ama onlar da küresel ısınmadan, katastrofik son’lardan bahsetmeyi severler. Piyasacılık böyle bir şeydir.

Derler, demek zorundalar.

Oha, diyemezsiniz. Alışırsınız.

***

Ne diyordu ABD Başkanı Bush?

“Tanrı beni bu ülkeyi yönetmem için seçti” (2 kasım 2003, guardian)

“Tanrı bana Irak’taki tiranlığı sonlandırmamı söyledi” (7 ekim 2005, guardian)

Obama henüz böyle şeyler demedi mi?

İhtiyaç hasıl olmamıştır...

Bush’un demesine alışmıştık, Obama’ya da alışılır.

***

Biz ne diyorduk?

“Amerikancılık, piyasacılık, gericilik.”

Sel felaketinin ölümle sonuçlanması, hatta aşırı yağışların bir sel felaketine dönüşmesi neyin faturasıdır? Tedbirsizlik ve “bedel” edebiyatının bu konuda bir açıklayıcılığı var mı?

Fazla söze gerek var mı?

Ölüm acısına, felaketin başka acılarına alışılır mı?

***

Bir tiyatro sahnesi düşünün. Ağır kadife perdeler açılıyor, tercihan İstanbul SES tiyatrosunun kırmızı-bordo perdeleri gibi.

Bu selde hayatını yitiren vatandaşlar sahnede, siyah giysiler içinde.

Sırayla konuşuyorlar:

- Ben çok fazla araba kullandım, Kyoto protokolünü ihlal edecek kadar karbondioskit üretmiş olabilirim, ben bunu hak ettim.

- Ben de duş alırken gereksiz su sarf ettim, ben de hak ettim.

- Ben geçenlerde çok nefes alıp verdim, oksijeni tüketip havaya karbondioksit verdim. Galiba ben de hak ettim.

- Bense teknolojiyi feci kullanıyorum, o yüzden buradayım.

- Ben derelerin intikamına hedef oldum, olur böyle şeyler.

- Ben de tufan şehidiyim. Hadi hayırlısı!

- ben...

gerisini hayal gücünüze bırakıyorum.

***

Tekrar aynı sahne. Ölüler bu kez öfkeli. Bir kürsüye doğru yönelmişler. “Bizim suçumuz neydi? Bu devirde sel felaketinde ölmek neymiş? Sorumlu sizsiniz! Hesap verin!”

...

Yalnızca ölüler mi hesap sorar? Yalnızca tiyatro sahnesinde mi hesap sorulur?

Kimse böyle düşünmesin!

Hem bu dünyada, hem de öbür dünyada “iki elimiz yakanızda” diyecek birileri olacak.

“Amerikancılık, piyasacılık, gericilik” cinayetlerine devam ederken, hesap sormak için bir öfke birikecek. Tiyatro sahnesinde değil, İstanbul sokaklarında.