Akıl Koruma Egzersizleri

”Domuz mamullerinin tam bir insan zehiri olduğu isbat edilmiştir. Domuz denilen zehir vücuda alınınca, vücudun normal zehir atma organları tarafından atılması mümkün değildir. Yani urin, nefes yolları, dışkı, ter ve deri yollarından bu zehir atılamaz. Bu zehir sadece hastalık şekillerinden iltihaplar, iç ve dış iltihaplı hastalıklar gibi yollarla insan vücudundan atılabilir. Çünkü insan vücudu, domuz etinde ve diğer kısımlarında mevcut olan zehiri tabii yollarla atabilecek bir durumda yaratılmamıştır. Vücut derhal zorlanarak akıl almaz hastalıklara düçar olur. Bu hastalıkları daha sonraki yazılarımızda inşaallah ele alacağız.

”Domuz mamullerini yiyen insanlarda domuz melaneti vücuda yerleşir. Böylece zamanla o insanlar domuza benzemeye başlarlar.

”Biliyor musunuz?

”Domuz ve saksağan eşcinseldir.

”Dünyada sadece bu iki hayvan eşcinseldir. Bir de özellikle son yıllarda insan neslinden eşcinsel olanların sayısı tahminlerin üzerinde bir düzeyde seyretmektedir. Bugün Avrupa ve Amerika gibi ülkelerde eşcinsellik tahmin bile edilemez miktarlara ulaşmıştır. Bu ülkelerde eşcinsellerin birbirleriyle resmi evlilikleri devletlerce kayıt altına alınmaktadır. Bunun domuz mamullerini yemekle çok yakından alakası vardır.”

21 Mayıs 2009, Mevlut Özcan, Milli Gazete

***
”“İki şeye çok güveniyorum.

”Birincisi, Kürt halkının mücadelesine güveniyorum. Bu mücadele, Kürt sorununun silah zoruyla çözülemeyeceğine Türkiye devletini ikna etti ve etmeye devam edecek.

”İkincisi, Türkiye egemen sınıfına güveniyorum. (…)

”Türkiye de nihayet Marksizm’e uygun, doğru dürüst bir ülke olmaya başladı.” 21 Ekim 2009, Roni Marguiles, Taraf

***

Yukarıdaki iki alıntıdan ilkini alaya alıp, ikincisine aynı muameleyi yapmıyorsanız sorun var demektir. Birincisi, son günlerde internette dolaşmaya başlamış olan Milli Gazete yazarının eski bir yazısından, diğeri ise Taraf gazetesi yazarının güncel bir yazısından alıntı. Birincisindeki bilim ve akıldışılık ile ikincisindeki mantık ve marksizm dışılık benzer biçimlerde tezahür ediyor.

Şimdi sorun şurada ki, birinci yazıdakilere güler geçersiniz ama ikincisi sizde tartışma isteği uyandırır, ya da bir biçimde daha tartışılası görünür. Bunun nedenleri de uzun tartışma konusu, ama böyledir.

“Domuz mamullerini yiyen insanlarda domuz melaneti vücuda yerleşir. Böylece zamanla o insanlar domuza benzemeye başlarlar.” Buna inanan birileri sizi ilgilendirmiyor mu, yalnızca komik mi buluyorsunuz? ya da “eyvah örümcek kafalılar çoğalıyor” diyerek telaşa mı kapılıyorsunuz… Yani bu absürdlüğün hitap ettiği toplumsal kesime “yahu olur mu öyle şey”le de başlasa bir şey anlatmak aklınıza gelmiyor mu?

Buraya kadar “normal”.

Ama artık “Türkiye de nihayet Marksizm’e uygun, doğru dürüst bir ülke olmaya başladı” absürdlüğü konusunda da benzer bir tepki vermemiz gerektiğini hatırlatmak istiyorum. Liberal örümcek kafalılık da yobazınki kadar büyük bir tehdit çünkü. Hatta bugünkü koşullarda daha büyük bir tehdit. Ama yine tam da bugünkü koşullarda daha fazla önü açılıyor. Yobazın örümcek kafalılığı fobisi, liberalin örümcek kafalılığının prim yapmasına olanak sağlıyor. Bu ülke sıtma-ölüm döngüsüne mahkum mu? Hiçbir ülke değildir, ama şimdi böyle bir dönemdeyiz.

Nasıl bir dönemdeyiz?

Ülkede büyük bir korku fırtınası yaratıldı. Domuz gribi yüzünden kopartılan fırtına gerçekten akla ziyan denebilecek sonuçlar üretiyor. Kimse hiçbir açıklamaya güvenmiyor, neyin doğru olduğunu ve ne yapması gerektiğini bilmiyor… Bu büyük bir kriz potansiyelidir. İktisadi krizi, ya da başka siyasi krizleri yönetme deneyimi kazanmış olabilirsiniz ancak korku terörü yarattığınız bir toplumda bir referans otorite kalmıyorsa, işte o büyük bir tehlikedir. Türkiye kapitalizminin yönetiminde, ABD’de geçerli kimi yönetsel formatlar deneniyor. Ancak toplumsal dinamikler laboratuar koşullarındaki malzemeye benzemediğinden bir de daha önemlisi bu deneyi yapanların ehliyet sorunları çözülmemiş olduğundan kargaşa sürecek.

Nasıl bir kargaşa? Şuna alışmıştık: Bir konuda tartışmalı bir uygulama gündemdeyse, öncelikle devlet büyüklerimiz bu uygulamayı kendi üzerlerinde “gerçekleştirir” ve halkı ikna ederler. Radyasyonlu çay tartışmalarında basının karşısına çıkıp, “bakın bir şey olmuyor” diyerek çay içen Sanayi Bakanı Cahit Aral bu geleneğin belleklerde yer etmiş temsilcilerindendir mesela. Nitekim, Sağlık Bakanı da bu “etkili” yöntemi uygulamaya kalktı ve geçen hafta “başbakanla cumhurbaşkanının da aşı olacağını” ilan etti. Bu yöntemin artık bu ülkede işleyip işlemediği sorusu bir yana, Başbakan “ben aşı olmayacağım” deyiverdi. Ardından Cumhurbaşkanı da “risk grubunda olmadığını ve aşı olmayacağını” açıkladı. Bakanlar, milletvekilleri patır patır aşı olmayacaklarını ilan ediyor. Şimdi, Sağlık Bakanının istifa edip etmeyeceği tartışılıyor.

Kargaşa devam ediyor. Başbakan “Sağlık Bakanımla aynı düşünmüyorum” diyerek başlattığı “demokratik” tartışma ortamında “kimseyi zorlayamazsınız” gibi şiddet karşıtı vurgularla bir taşla bir çok kuş vuruyor. Başbakanın “Bizim yapacağımız şey siyasi irade olarak bunu isteğe bağlı hale getirmektir. Niye? Yarın siyasi iradeye kimse fatura kesmesin” derken gerçek niyeti ve hesabı bellidir. Diğer yandan bunu ifade ederken yarattığı “demokrasi aurası” örümcek kafalı liberallerin yazma motivasyonunu canlandıracaktır. Ne kâbus!

Başbakanın bahsettiği siyasi irade işbirlikçi, yalancı, hırsız, sahtekar koalisyonudur. İşler sarpa sarınca geri basıp, tüm bunları bir demokrasi curcunası ya da türlü türlü erdemler olarak yutturmanın master’ını yapmıştır. Birileri de bu koalisyonu “marksizme uydurmakta”, -aman yanlış anlamayın başka nedenle değil ama- “marksizme uygun olduğu için” desteklemektedir.

Böyle yobaza, böyle liberal!

Akıl koruma egzersizlerini ihmal etmemek gerekiyor