Adalet...

soL portal’da dün yayımlanan “Sigara yasağında korkulan oldu: 1 ölü” başlıklı haber, sosyoloji araştırmalarına konu edilmeli, sanıyorum edilecektir.

Haber/olay’daki dikkat çekici yön ise, birilerinin kendisini “adalet”in uygulayıcısı olarak görmeleri, diğerlerinin buna –belki- isyanı, ve sonuç olarak şiddetin akacak kanal bulmada hiç sıkıntı çekmemesidir.

Sigara yasağının ideolojik boyutu, sonra “hukukileştirilmesi” meseleleri uzun bir tartışma konusu. İstanbul’da vapurlarda sigara yasağının uygulanmaya başlaması, bunun ardından ortaya çıkan “fiili durumlar”, toplu uyum ve işine bakma mekanizmaları da incelenmeyi bekliyor. “Bu millet, cezası konunca gıkını çıkartmaz”dan “bu millet yolunu bulur”a uzanan geniş bir yelpazeden bahsediyoruz.

Adalet meselesine dönersek, ki bunu geniş anlamda kullanabiliriz, toplumumuzun adalet duygusunun “gelişkin” olduğunu saptamak durumundayız. Öncelikle, “kurallar manzumesi” sözkonusu olduğunda “bilenler-eğitimliler” her zaman baskın şiddet yanlısıdır. Bir haber toplantısında AKP’li kadın milletvekillerinin tecavüzcülerin hadım edilmesi konulu yasa önerisini “kendiliğinden” haklı gören “çağdaş-laik” muhabirlerin tepkisi bunun örneği olabilir.

Ama artık “ötekiler” de sesini yükseltiyor. Onlar da kendi adaletleri için bağırıp çağırıyor. Sadece ötekilerin mafyatik-delikanlı örgütlü olanlarından bahsetmiyorum. Sıradan ötekiler, Tayyip Erdoğan’ın bildik meydan okuyuşundan kendilerine pay çıkartmanın yolunu buldular.

***

İstanbul trafiğinde araç kullanıp da, minibüsçü/taksici ve yeni İETT’cilerinki bir yana, sıradan vatandaşın şiddete eğilimini gözlemlememiş olmak –hatta kimi zaman paylaşmamış olmak- mümkün değildir. Bunun temelinde de bir adalet duygusu var.

Hastane kuyruklarına dönelim, ya da başka “resmi” kuyruklara... Sıra kavgası görmemiş olanınız var mı? Mümkün değil, görmediyseniz, kuyrukta bulunmamışsınızdır. İnsanlar, kendi meşrebince, hatta kimi zaman ideolojisi ve siyasi tercihlerine uygun olarak kavga eder.

Otobüste cep telefonu yasağını tartışanları da bilirsiniz. Bunların ulusalcı-şeriatçı kamplaşmasının yansıması olarak ortaya çıkan örneklerini de.

Bu “adalet” aranışının en tatsız örnekleri, “alış-veriş” işlerinde kendini gösterir. Hani marketlerin reklamlarında vaat ettikleri türde “müşteri” olmak isteyenler, bilmem hangi kafenin “kendini farklı hissetmek isteyen” ziyaretçileri, işte aklınıza gelecek ne varsa, tüm bu insanlar, kendilerine göre, işler “olması gerektiği gibi” yürümeyince bağırıp çağırmaya başlarlar. Asla müesseseyi hedef almazlar üstelik, oradaki “uygulayıcı” proleterler dişlerine uygundur. Hele bir de bu proleterler “müşteri memnuniyeti” konusunda aldıkları eğitimlere inançla bağlı personelse, vay hallerine...

Tüm bu “kavgalar” gündelik yaşamın sonraki zamanlarında toplumsal paylaşımların da konusu olmaya devam eder. Adalet üzerine tartışılır, hak verilir ya da “abartmışsın sen de” denir.

Başka topraklarda nasıl tam bilmiyorum. Ama bu ülkede işte böyle bir adalet duygusu var. Bir de giderek artan bir “cezalandırma” eğilimi.

***

“Bardağı taşıran son damla” deyişi, bir mizah dergisinde Türkiye’deki krizlerle ilgili olarak konu edilmişti. Yanlış hatırlamıyorsam, birkaç “bilim insanı” bir deney tüpünün çevresinde toplanmış, biri bir damlalıkla tüpe sıvı damlatıyor ve tüp ağzına kadar dolu olduğu halde içindeki sıvı kabarmaya devam ediyordu. Konuşma balonlarında Türkiye koşullarında “bardağı taşıran son damla”nın olmadığının görüldüğü iddia ediliyordu.

Kriz ve toplumsal sonuçları üzerine bilinenleri tekrar etmeye gerek yok. “İdare etme” politikaları, işçi sınıfının toplu olarak gerilemesi ve uyum mekanizmaları, krizin siyasal gericiliğin önünü açması... bunlar bir yana.

Ama bardağın çoktan taştığını söyleyebiliriz. Kriz, toplumsal ilişkilerde yarattığı çürümenin yanısıra ve belki ondan daha önemlisi, şiddetin akacağı kanalları genişletiyor.

Konumuz adalet idi: Kapitalist kriz, kendi adaletini yaratıyor.

Evet, bundan sonrası “barbarlık” aşaması oluyor.

Belediye otobüsünde, ssk kuyruğunda, kafede, markette, trafikte... Kavga eden, birbirini öldüren bir toplum. Adalet aşkına! Emin olun samimi ve haklılar...

Barbarlık derken, emperyalizmin savaş ve terör politikalarını kastetmiyoruz. İnsanlık derken, bu saldırganlığa direnme duygusundan bahsetmiyoruz.

Kafelerde ölmeyelim, kuyruklarda yumruklaşmayalım, birbirimize teknoloji dersi vermeyelim istiyoruz. Adaleti kendimiz için değil, birlikte yaşamak için isteyelim diyoruz.

Sınıf meselesi mi?

Ben hiç SSK kuyruğunda, belediye otobüsünde ya da “Manisa'nın Saruhanlı ilçesine bağlı Kumkuyucak beldesinde” burjuva görmedim. Patronların barbarlığı, üretim sürecindeki karar ve müdahalelerinde büyük siyaset alanında şekilleniyor.

Burada konu edilen, emekçilerin ve diğer kesimlerin “barbarlık” aşamasına topluca ilerleyişidir. Ve bugün için galiba yalnızca saptamakla yetinebiliyoruz.