Öncesi ve Sonrası ile 12 Haziran: Sıkıcı Bir Yazı

12 Haziran öyle ya da böyle Türkiye tarihine bir dönüm noktası olarak yazılacaktır. Bu saptamanın hemen bazı solcu arkadaşların üzerine atlayacağı gibi seçim ya da meclis merakı ile alakası yok. Seçim, meclis ve yetmezse kurucu meclis merakını burada değil başka adreslerde aramak gerekiyor.

Pek çok açıdan kritik eşiğin aşıldığı ya da bunun kendisini ortaya koyduğu bir tarih olmuştur 12 Haziran. 12 Haziran’a gelinen süreci ve 12 Haziran’ı önemli kılan faktörleri biraz köşeli saptamalarla özetlemeye çalışacağım. Bunları madde madde yazıp, açımlamayı belki başka bir yere bırakmak gerekiyor:

Düzen Partisi
0. Bu sürecin başında ortaya attığımız “Devletin çözülmesi” tezimizde içerik anlamında olmasa bile adlandırma itibariyle geriye dönük bir düzeltme gereksinimi olduğu kanaatindeyim. Yaşanan bugünden bakıldığında, bir çözülme değil, Devlet organlarının parçalanması idi. Ancak yaşanan yine soL’da işlenen bir tema ile söyleyecek olursak bir “iç savaş” da değildi.

1. Devlet organlarının parçalanması bağlamında, 2007 itibariyle çok önemli bir viraj alınmış, 2009 sonu 2010 başı itibariyle bu süreç sona ermiştir. Parçalanmanın esprisi güçler dengesindedir. 2010 itibariyle, güç dengesi eski rejim aleyhine ilânihaye bozulmuştur. Bundan sonra, hikaye bir konsolidasyon hikayesidir.

2. Görünen o ki, 12 Haziran ile bu süreçte yeni bir aşamaya geçilmiştir. Düzen büyük oranda Düzen Partisi* etrafında tahkim olmuştur. İkinci Cumhuriyet’in, eski rejimin tabutuna son çiviyi çakacağı hamle yeni anayasa olacaktır. 2009-2010 dönemecinden sonra temelleri atılan kurumsal yeniden inşa süreci açısından 12 Haziran bir milattır.

3. Düzen Partisi kavramsallaştırması ile işaret ettiğim durumun en yalın ifadesi AKP’nin ve cemaatin devlet ile kaynaşarak sergilediği yapıdır. Söz konusu kaynaşma “bildiğimiz” siyaset alanını baskılamakta ve daraltmaktadır. Bu noktada altı çizilmesi gereken nokta Düzen Partisi içinden bir unsur siyaset alanının hamisi olarak sivrilmiştir. Bu görünenin aksine AKP değil, Polis Partisi’dir.

4. Bu süreçte ordu araçsallaşmış, polis, “parti” tanımlamasına bir hayli yakınlaşacak biçimde siyasallaşmış ve geniş bir hareket alanı kazanmıştır. Her iki süreç, Düzen Partisi’nin elindeki “şiddet araçlarını” bilemiştir. Bunun yanısıra gözden kaçırmamamız gereken “özel güvenlik” gerçeği bu listeye eklenmelidir. 12 Haziran sonrası dönemin bu başlıkta asli unsurlarından biri, araçsallaşan ordunun profesyonelleşmesidir.

5. Düzen Partisi, kararlı (stabil) bir koalisyondur. Bu koalisyonun unsurları arasındaki çelişkileri başlangıç noktası yapan her analiz hayal ürünüdür. Geldiğimiz noktada ne AKP ile liberaller arasında, ne cemaat ile AKP arasında bu koalisyonun sütunlarını sarsacak bir çelişki mevcuttur. Hatta en uzak iki unsur görünen cemaat ile ordu arasındaki ilişki de çelişkiler üzerinden açıklanacak aşamayı çoktan geride bırakmıştır.

6. Görünürdeki tablonun karmaşıklığı, henüz vakıf olmaktan uzak olduğumuz iktidar şebekesinin karmaşıklığından kaynaklanmaktadır. Buradaki ilişkiler ağının yapısı, artık açık biçimde görüldüğü üzere yol kazalarına karşı “proje”nin kendisini korumak üzere özel olarak dizayn edilmiştir.

7. Düzenin konsolidasyonunun en önemli aşaması, bana kalırsa, resmi ideoloji ile egemen ideoloji** arasındaki indirgenemez uyuşmazlığın mevcudiyetiydi. Bu uyuşmazlık ortadan kalkmış durumdadır. Yeni-Osmanlıcılık resmi ve egemen ideoloji durumundadır. Önümüzdeki sürecin genel teması, balkon konuşmasından da anlaşıldığı üzere imparatorluk inşasıdır.

8. Yeni Osmanlı’nın gevşek bir zeminde mi yoksa bir realite olarak mı vücuda geleceği sorusu uluslararası sermayenin bölgesel çıkarları doğrultusunda şekillenecektir. İbre, Düzen Partisi’nin asli unsurlarının geleneği, proaktif dış politikası ve Ortadoğu’daki yeniden yapılanmanın doğrultusu düşünüldüğünde birinciden ikinciye doğru meyletmektedir.

9. Türkiye’de sermayenin iç yapısında gözlenen değişiklik daha da hızlanacaktır. Geleneksel sermaye kesimlerinin biçimsel itirazları dahi minimum düzeydedir. Ortadoğu’nun yeniden yapılandırılması ve “inşası” sürecinin açacağı iktisadi fırsatlar ile (iktisadi ve fiziki) zor aygıtının bir bileşimi geleneksel sermayeyi bu sürece eklemlemektedir.

Bir Parantez: Faşizm
Nicos Poulantzas’ın faşizm üzerine yazdıklarının bu bağlamda özellikle önemli olduğu kanaatindeyim. Faşizm ve Diktatörlük’ün devlet aygıtı içinde faşizmin nasıl yükseldiğine ilişkin saptamaları şu şekildedir. Yorumsuz bir özet aktarmak şu aşamada yeterli olacaktır.

1. Faşizm, iktidara tam manasıyla anayasal yoldan gelir.
2. Faşizm, iktidara Devlet aygıtı ile bir kaynaşma neticesinde gelir. Devlet aygıtının desteği olmaksızın faşizmin iktidara gelmesi mümkün değildir. Şekil açısından Devlet aygıtının dışında da yer alsa başlangıcında faşizm bu aygıta sızar, bu aygıtı dışarıdan ele geçirir ve geri dönülmesinin imkansız olduğu noktada, Devlet aygıtı içinde kendisine düşman unsurları ortadan kaldırır.
3. Devlet içindeki gerçek ve biçimsel iktidar arasındaki açı ortadan kalkar.

NOT: Bonapartizm ile faşizm arasındaki rabıtayı başka bir yazıda ele almayı planlıyorum.

İdeolojiler Alanı
Düzen Partisi, ideolojiler alanı üzerinde zaman zaman örtüşen kimi başlık ve kurumlar üzerinden neredeyse tamamen hakimiyet kurmuş durumdadır.

1a. AKP: AKP, bir devlet partisi haline gelmiştir. AKP vasıtası ve koordinatörlüğünde tüm devlet yapılanması ideolojiler alanına müdahale için kullanılmaktadır. Öncelikle AKP, uzun zamandır devlet ile mesafeli duran geniş kesimleri devlet adına “kucaklamaktadır”. AKP, bunun yanısıra 2023, Osmanlıcılık gibi temalarla siyasetine geniş kitleleri yedeklemektedir. 12 Haziran ile birlikte en görünür unsur ise “hizmet ideolojisidir”. Geniş kitleler iktisadî, sosyal ve siyasal hakları ile AKP’nin pek çoğundan faydalanmaları fiilen mümkün olmayan hizmetlerini mübadele etmektedir. Buna ek olarak devletin zor aygıtının ve zor pratiğinin de ideolojik alanda oldukça etkili olduğu unutmamak, zordan doğan ideolojik salgının etkilerini de göz önüne almak gerekir (Yakın örnek: Hopa Olayları).

1b. Cemaat(ler): Düzen cephesindeki konsolidasyonun önemli ayaklarından birini cemaatler oluşturmaktadır. Cemaatler vasıtayıyla makro/toplumsal gündemler olduğu kadar geniş halk kesimlerinin hemen tüm günlük yaşam pratikleri belirlenmektedir. Bunun yanısıra devlet ile cemaat arasındaki geçişkenlik son derece artmıştır. Artık çok bariz olan polis içindeki cemaat örgütlenmesini bir yana bırakıp yine çok önemli bir ideolojik araç haline geldiğini düşündüğüm Türkçe Olimpiyatları’na bakmak bile yeterlidir. Son etkinliği biraz takip edenler şu sorunun yanıtının biçimsel olarak verilebilmesinin imkansız olduğunu kabul edecektir: Bu etkinlik devlet tarafından mı cemaat tarafından mı düzenlenmektedir?

2. “Ahlak”, “ev” ve “aile”: Siyasetin özellikle “kasetler” ile şekillendirildiği günlerde Düzen Partisi’nin bunu nasıl kullandığına yakından şahit olduk. Aile kavramının korunması üzerinden pompalanan ahlakçılık toplumsal değer yargılarını ve siyaseti dizayn için etkili biçimde kullanılırken, televizyonun hakimiyeti altındaki “ev” ve “aile” yeni toplumsal değerlerin yeniden üretildiği bir kurumsallıklar haline gelmiştir. İmparatorluk vizyonu ile uyumlu biçimde genişleyen “popüler kültür” sektörü ve dinci gericilik ev ve aile kurumsallıklarını belirler durumdadır.

3. Medya ve “organik aydınlar”: Düzen Partisi, kendi medyasını yaratmış, daha doğrusu kendi medyası dışında medya bırakmamıştır. 12 Haziran dönemecinde bu düzlemde de son operasyona başlanmıştır. Buradan hareketle çok etkili bir propaganda aracına sahip olan Düzen Partisi, tekrara dayanan bir propoganda metoduyla ve daha önce bu köşede işlenen ve “belâgatin sonu***” adı verilen durumla aklî argümanlar üzerinden yürütülen siyasî faaliyeti tamamen bitirmiştir. En çok bağıranın en doğruyu söylediği bu ortamda Düzen Partisi’nin doğrudan temsilcileri ile organik aydınları dışında kimsenin söz hakkı yoktur. (Yakın Örnek: Erdoğan’ın start vermesinin ardından başlayan Nuray Mert’e dönük linç kampanyası.)

Düzen Partisi’nin bir nevi teflon olma özelliği yani üzerine bir şey yapışmaması bu ideolojik araçların ve temaların etkili çalışmaları ile ilişkilidir. Açıktır ki yeni düzen karşısındaki sol muhalefet bunlarla aşık atacak güçte ve etkinlikte araçlara sahip değildir. Bu araçların nicel olarak yetersiz olması yanında, buralara sızacak, bu alanları etkileyecek, bunlara karşı mücadele edecek niteliklerden de yoksun olduğundan bahsediyorum.

* * *

Düzen Partisi’nin 12 Haziran dönemecindeki performası üzerine böyle bir tablo çizilebileceğini düşünüyorum. Solun performası için ise başka bir sıkıcı yazı kaleme almak gerekiyor.

* Bkz.: http://haber.sol.org.tr/yazarlar/galip-munzam/duzen-partisi-akp-ve-43363
** 2009’da soL’da yazmaya uzun bir ara vermeden önce yazdığım son yazılarda bu temayı ele almıştım: Bkz. http://haber.sol.org.tr/yazarlar/galip-munzam/yod-2229
*** Bkz: http://haber.sol.org.tr/yazarlar/galip-munzam/siyasetsiz-siyaset-ve-fasi...