Ölüleri içmeyiniz

Fırat Tanış'ın “Ölüleri içmeyiniz” başlıklı yazısı 12 Ocak 2013 Cumartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Doğan, sorduğu tüm soruların cevapları ile tam kalbinde karşılaştı, şaşkın kendi içine bakıyor (gözü dalan her insan kendi içine bakar). Aslında her şeyi bildiğini fark etti. Böyle anlar aşık olmak gibidir “anlamın” ta kendisi ile karşılaşır, bizzat “anlam” olursunuz. İçinize adeta vahi olan bu “tamamlanma” hali gelir karnınıza oturur, oracıkta ölmekten korktuğunuzdan belki, daha da hızlı solumaya başlarsınız. Anlam, yüzünüzden taşar, tüm maskeleri indirir, yalınlaşır, güzelleşirsiniz. Tıpkı o an Doğan gibi.

Neşteri çaldım. Böyle bir anda sorulacak en iştahlı soruyu sordum.

“Sen ne yapmak istersin?”

Başını kaldırdı. Bin yıldır söylenmeyi bekleyen bir söz kadar net ve kuşkusuz :

“Ben bir festival yapmak istiyorum”, dedi.

“Ne festivali?”

“Sol... Sol festivali”, diye vites attı Doğan,”sol kültürü ile ilgili büyük bir festival... En büyüğünü... Bugüne kadar görülmemiş büyüklükte bir festival yapmak istiyorum.” Coşkusu giderek artıyordu.“Müzik, tiyatro, sinema, kitap, saz, söz... Ne varsa... Ne varsa olacak bu festivalde. Böylesi bir festival yapmak istiyorum.”

“Nerede?”

Fark etmeden kalbini gösterdi, “burada”.

“Kimsenin, hiçbir ölünün yasını tutmayacağız artık. Bizim ruhumuz levazımatçı değil, arkadaş!”

Konuşan Doğan değil, “anlam”dı.

İki sene önce bir klinikte 21 gün alkol ve madde bağımlılığı tedavisi gördüm. 28 Mart 1991 gününden 21 Mart 2011’e kadar geçen her gün içtiğim, tüttürdüğüm, çektiğim ve soktuğum 20 sene boyunca kendime yaptığım en büyük “kıyak” kliniğe yatmak oldu.

Klinikten öncesi ve gerisi, hedefsiz bir adım, haybeye renkler, sapsız çiçekler gibi.

Kesinlikle övünülecek bir şey bu.

Kendimle gurur duyuyorum.

Kliniğe, isteyerek, yürüyerek ve ayık gittim. Lakin orada insana düzenleyici bazı ilaçlar veriyorlar ve bu yüzden ilk haftayı pek iyi hatırlayamıyorsunuz. Kendime geldiğimde -daha doğrusu ayıldığımda- ağzımdan çıkan ilk sözcük “bağımsızlık” oldu. “Bağımsızlık” sözcüğü ilk defa, o anda, en tamam hali ile içime doğdu.
Hür (?) iradesi ile “bağımlı” olmuş biri, bağımsızlık istiyor!

Klinikte olduğuma göre “bağımlı” olmanın ne demek olduğunu biliyordum. Peki “bağımsızlık” ne idi?

Ertesi sabah doktor, heyeti ile odama gelip, benim bir “yas çocuğu” yani göbek adını sülalesinde o doğmadan önce ölmüş birinden alan hemen her insan gibi (babamın 1968 yılında ölen kardeşinin ismi Nuri idi) benim de bu ölünün anısına doğmuş, adlandırılmış, sevilmiş, büyütülmüş olabileceğimi, “yas çocuklarının” genelde benim gibi olduklarını hatta bendeki bu “sanat – sepet” durumlarının “yas çocuğu” olmam sebebi ile peydah olmuş olabileceğini, söyledi.

Nuri öldüğü için Fırat doğmuştu. Nuri’nin ismi Fırat’a konulmuştu. Fırat diye bir Nuri umulmuştu. İyi Nuri, sarı Nuri, ölü Nuri deli Fırat, kara Fırat, diri Fırat ile aynı masaya oturmuştu, sabaha kadar ölü Nuri’yi içtiler, diri Fırat sarhoş olmuştu. Nasıl ki rakılar içemez, ölüler de sarhoş olabilemezler.

Ayık ölmek için hastaneye yatan bir hastasından bahsetmişti doktorum. Bağımsızlığın anlamı ile tuhaf bir randevu olsa gerekti bu.

Adına adandığımız tüm yaslar gömüldüğünde, çok şükür anlam yüzümüzden taşacak, kuşkusuz ve güzel olacağız. O güne kadar ölüleri içmeyiniz. Bir festival içiniz mesela, dirileri içiniz.