Türkiye, Suriye ve Kürt sorunu

AKP’nin Suriye politikasının ne denli büyük bir fiyasko olduğu günden güne çok daha açık bir niteliğe kavuşuyor. Filozof dışişleri bakanının, ekibinin ve kanal kanal dolaşan “stratejistler”in öngöremedikleri bir fiili durum bu fiyaskoyu yaratan: Artık Suriye’de de bir “Kürdistan” var.

Türkiye dış politikasını yönlendirenlerin hesabı, Esad’ın Türkiye’ye karşı PKK’yı güçlendireceği, PKK’nın da Türkiye’ye karşı Esad’a yanaşacağıydı. Bu hesapla bir taşla iki kuş vurulacak, Esad rejimi ve PKK aynı anda hedef tahtasına oturtularak ABD’ye ve diğer Batı ülkelerine “ortak düşman”a karşı mücadele çağrısı yapılacaktı. İşler ilk başta tam da bu hesaba uygun olarak ilerliyordu, çünkü sahiden de PKK ile Esad arasında bir tür ittifak ortaya çıkmıştı, ancak son yaşanan gelişmeler bütün hesapları altüst etti.

Geçtiğimiz günlerde Erbil’de Barzani’nin girişimleriyle bir çatı örgütlenmesi oluşturan Suriye’deki Kürt muhalefeti, Esad’ın güçlerini Şam ve çevresindeki şehirlere çekmesinin ardından, herhangi bir çarpışma olmaksızın Kobani, Afrin ve Derik kentlerinin kontrolünü ele geçirdi, Kürtler açısından en önemli kent olan Kamışlı’nın kontrolü ise ele geçirilmek üzere. Dolayısıyla Esad-PKK ittifakının zemini şu an itibariyle ortadan kalktı.

Kürt muhalefetinin çatı örgütü niteliğini taşıyan ve içerisindeki en büyük gücün PKK’nın Suriye kolu olarak da adlandırabileceğimiz Demokratik Birlik Partisi (PYD) olduğu Batı Kürdistan Demokratik Toplum Hareketi (TEV-DEM) yaptığı açıklamada, kontrolünü sağladıkları kentlerde öz yönetim aygıtlarını ve güvenlik birimlerini kurmaya başladıklarını açıkladı. Açıklamada şöyle denildi:

“Batı Kürdistan halkı, 19 Temmuz'da Kobani’de, 20 Temmuz'da da Efrîn’de halk meclisi komiteleri öncülüğünde yönetime el koyarak tarihi bir adım daha atmıştır. Kürt halkının demokratik ulusal haklarını kabul etmeyen, Kürt halkını 20. yy’daki statü içinde tutmak isteyen çevrelerin karşıtlıklarına ve saptırmalarına rağmen, atılan bu adımlar Suriye’nin geleceğini belirleyecek temel bir gelişmedir.”

Peki bundan sonra ne olacak? Düşünüldüğünde ortaya sayısız ihtimal çıkıyor. Akla ilk gelenler ise şunlar:

İlk olarak, Esad rejimi silahlı muhalifleri bastırır ve çekildiği topraklara yeniden dönerek kontrolü ele geçirir, böylelikle eski statükoya belirsiz bir süreliğine yeniden dönülür. Bu olasılığın başka bir versiyonu, Esad rejiminin muhalifleri bastırdıktan sonra, ülkede istikrarı sağlamak adına Suriye Kürtlerinin ulusal statülerine ilişkin bir düzenleme yapması, örneğin bir tür özerklik üzerinde anlaşılmasıdır.

İkinci olarak, Esad rejimi yenilir, Müslüman Kardeşler ve El Kaide ittifakı kontrolü ele alır, Kürtlerin özyönetim ilan ettikleri topraklara yönelik bir saldırı düzenler ve ülke Nusayri ve Hıristiyanlardan sonra Kürtlerin de dâhil olacağı bir iç savaşa sürüklenir. Bu olasılığın başka bir versiyonu ise Esad yerine kurulacak yeni İslamcı rejimin Kürtlerin ulusal statülerini tanımaları ve bir anlaşma sağlanmasıdır.

Her iki olasılığın da ikinci versiyonunun gerçekleştiği, yani Esad rejimi varlığını devam ettirse de, İslami bir rejim kurulsa da, Suriye’de özerk bir Kürdistan’ın fiili olarak ortaya çıktığı bir durumda Türkiye dış politikasını belirleyenler ne yapar? Irak Kürdistan’ının yanına bir de Suriye Kürdistan’ı eklendiğinde, kendi Kürt sorununu çözememiş bir Türkiye’nin ne yapabileceğini kesin olarak bilemesek de şöyle olasılıklardan söz edebiliriz:

İlk olasılık, Türkiye’nin tampon bölge oluşturma gerekçesiyle sınırı geçip Kürt özyönetim bölgelerinin ilan edildiği toprakları işgal etmesidir. Bu işgal, Esad rejimi altında bir özerk bölge ortaya çıkarsa, daha zor İslami rejim altında bir özerk bölge olursa, daha kolay olacaktır. Ancak her iki durumda da işgal, ABD’nin iznine bağlıdır. Bu, aynı zamanda ülke sınırları içerisinde Kürt hareketine karşı çok daha yoğun bir şiddet dalgasının devreye sokulması anlamına gelir.

İkinci olasılık, Türkiye’nin Irak’taki Kürdistan Özerk Yönetimi ve Suriye’deki Kürt özerk bölgesi ile bir tür gevşek federasyona gitmesi, federatif bir yapının oluşturulmasıdır. Türkiye’nin, Türkiye’deki Kürt hareketine karşı, ABD’yle birlikte Barzani Kürdistan’ını kendi elleriyle imar edişi akla getirildiğinde, böylesi bir yapı imkânsız değildir. Fakat Suriye Kürtleri Barzani’ye değil, Türkiye’deki Kürt hareketine yakın olduklarından, böylesi bir yapının kurulabilmesi için Türkiye’nin kendi içerisindeki Kürt sorununu çözmesi, yani Kürtlerin ulusal statülerine ilişkin bir düzenlemeye gitmesi gerekir.

Peki Türkiye’nin böyle bir düzenlemede bulunması mümkün müdür? Elbette ki böyle bir olasılık vardır ama bunun yaratacağı politik ve sosyal sonuçların göz önüne alınması gerekir. Kürt coğrafyasında ilan edilecek bir özerkliğin ülkenin batısında nasıl anlaşılacağı ve ülkenin batısında yaşayan Kürtlerin bu süreçten nasıl etkilenecekleri göz önüne alınması gereken konulardır. Sürecin batıdaki Kürtlerin özerk bölgeye bir tür tehciriyle ya da Türkler ve Kürtler arası bir iç savaşla sonuçlanmayacağının hiçbir şekilde garantisi yoktur.

Peki ya “özerklik” dışında başka bir yönelim ortaya çıkarsa ne olur? Yani Irak, Suriye ve Türkiye Kürtleri, özerklik talebinden vazgeçerek, sonrasında İran’daki parçayı da kapsayacak bağımsız ve birleşik bir Kürdistan hedefiyle ortaya çıkarlarsa ne olur?

Bu, savaş olasılığının en yüksek olduğu durumdur hâlihazırda çoktan uluslararası bir mesele olma hüviyetine bürünmüş olan Kürt sorunu, ülkeler içi bir mesele olmaktan bütünüyle çıkar ve bölgesel bir savaşın tetikleyicisi olur, bu ise halklar açısından bir felaket anlamına gelir.

Tüm bu olasılık hesaplarını, televizyonlardaki uluslararası ilişkiler akademisyenlerine, dış politika analistlerine ve stratejistlerine nazire yapmak için yapmadım elbette. Derdim, Türkiye halklarının, Türk ve Kürt emekçilerinin bir arada yaşamaları zemininin ortadan kayboluş sürecinin giderek uluslararası bir niteliğe kavuştuğunu ve bu nedenle de hızlandığını göstermek.

Böylesi bir hızlanma sürecinde “biz” ne yapacağız? Esas soru elbette ki budur. Biz derken, Türk ve Kürt emekçilerinin eşit bir yurttaşlık temelinde bir arada yaşamalarını talep eden Türkiye solunu ve emek hareketini kastediyorum elbette. Biz, bu talebi gerçek kılabilmek adına ne yapacağız?

Yapılacak çok şey vardır şüphesiz ama ilk aklıma gelenleri şöyle sıralayabilirim: Öncelikle, Kürt hareketinin daha fazla Türkiyelileşmesi, Türkiyeli bir siyaset yapması için bütün kanallar zorlanmalıdır. Ateşkes, barış ve yurttaşlık hakları talebi daha güçlü dile getirilmeli, bu esnada Kürt hareketinin içerisindeki sol damarla daha sağlıklı, daha güçlü ilişkiler kurulmalı, emek eksenli bir ittifakın önü açılmalıdır.

İkinci olarak ise, cumhuriyetçi/kemalist kitlelere, yaklaşmakta olan felaket, yani yakın bir gelecekte bugünkü anlamıyla bir Türkiye’den bahsetmenin mümkün olmayacağı gösterilmeli, yeni bir cumhuriyetin kurulabilmesi için Kürtlere el uzatılması gerektiği, yeni bir cumhuriyetin ancak Türkler ve Kürtlerin eşit kurucu unsurlar olması halinde mümkün olduğu anlatılmalıdır.

Her iki çaba da aslında, bölgede Müslüman Kardeşler merkezli bir muhafazakâr ülkeler zinciri ortaya çıkarken ve Türkiye’de de muhafazakâr hegemonya güçlenirken, bu hegemonya dışında kalan siyasi öznelerin, emek, kamuculuk, bağımsızlık, aydınlanma, savaş karşıtlığı gibi sol değerler etrafında bir araya gelmeleri için uğraşmak anlamına gelmektedir.

Bu çaba, solun ve emek hareketinin bugünkü hali düşünüldüğünde imkânsız gibi görünmektedir kuşkusuz ancak, denememek baştan yenilmek anlamına geleceğine göre, önce denememiz gerekir. Dener ve yeniliriz, sonra yine dener ve daha güzel yeniliriz, yenilgiden öğreniriz, tarih boyunca olduğu gibi, ta ki kazanana dek.

NOT: Bu hafta, geçtiğimiz haftaki yazının devamı olarak “Yeni Rejim ve Elitleri II”yi yazacaktım ancak gelişmeler bu yazıyı zorunlu kıldı.”Yeni Rejim ve Elitleri II”yi önümüzdeki haftalarda yazacağım.