Türkiye, Büyülü Hapishane

Tarih 20 Ekim 2008. Silivri Cezaevi’nde Ergenekon soruşturmasının ilk duruşması yapılıyor. Ezilenlerin Sosyalist Platformu’nun bir gün önce başlattığı “İstanbul’dan Silivri’ye Adalet Yürüyüşü” cezaevinin önünde son buluyor ve ESP üyeleri cezaevinin önünde yaptıkları açıklamada “davanın Türkiye’de demokrasi, adalet ve eşitlik ikliminin genişlemesi”ne yol açması talebini dillendiriyorlar. Aynı gün cezaevi önünde başka sol yapılar da bulunuyor. SDP, TÖP, EHP, EMEP, ÖDP gibi örgütler de cezaevi önünde “Ergenekon’da sonuna kadar gidilmesi” talebiyle eylem yapıyorlar.

Tarih 24 Şubat 2009. Yalçın Küçük Bursa Gazeteciler Cemiyeti’nin davetlisi olarak katıldığı “Aydınlarla Yüzyüze” isimli panelde Sosyalist Demokrasi Partisi üyesi bir grup genç tarafından protesto ediliyor ve protestocu grup “darbeciler halka hesap verecek” ve “yaşasın halkların kardeşliği” şeklinde sloganlar atıyorlar.

Tarih 12 Ocak 2009. Ergenekon soruşturması kapsamında yürütülen kazı çalışmalarında el bombaları, işaret fişekleri ve G-3 mermileri bulunuyor. Özellikle yandaş basında çıkan haberlerde ele geçirilen bombaların MLKP’nin 2003-2006 yılları arasında kullandığı el bombalarıyla aynı seriden olduğu iddia ediliyor. Ergenekon soruşturmasının ikinci iddianamesinde ise başka birçok örgütün yanı sıra MLKP’nin de Ergenekon tarafından yönlendirildiği ve Gazi Mahallesi’nde 1995 yılında yaşananların bu yönlendirme sonucunda yaşandığına ilişkin iddialara yer veriliyor.

Ve tarih 21 Eylül 2010. RED dergisinden Hakan Soytemiz ve Bilim ve Gelecek dergisinden Baha Okar’ın yanı sıra SDP ve TÖP üyesi 15 kişi Devrimci Karargâh operasyonu kapsamında gözaltına alınıyor, sonrasında ise 2 kişi hariç gözaltına alınanların hepsi tutuklanarak cezaevine konuluyor. İlginç olan ise şu ki, yine yandaş basında çıkan haberlerde, yürütülen soruşturmaya dayanarak, Devrimci Karargâh örgütünün Ergenekon tarafından kurulduğu iddia ediliyor. Buna göre, terör örgütlerinde yaşanan kopmaların ardından “bütün bu kaçışları yeni ve adı kirlenmemiş bir örgüt etrafında toparlamak ve ülkemizde akan kanı devam ettirmek için Devrimci Karargâh diye bir örgüt” yaratılıyor.

Görülüyor, Ergenekon sürecini derin devletin ve kontrgerillanın tasfiyesi, darbecilerle hesaplaşılması ve Türkiye’nin demokratikleştirilmesi için bir vesile olarak gören ve sürece destek veren örgütler dahi, gerekli görüldüğü zaman, Ergenekon çuvalına doldurulabiliyor ve Ergenekoncu olmakla itham edilebiliyorlar.

Sadece bu bile, yaşanan sürecin, AKP/cemaat koalisyonunun iktidarını tahkim etmeyi amaçladığına, Türkiye’deki tüm muhalif unsurları sindirme politikalarının bir parçası olduğuna, derin devletin tasfiyesinden ziyade bir konsept değişikliği yaşandığına, yaratılan hayalet bir örgüt aracılığıyla kontrgerillanın ve Türk sağının bütün suçlarından aklanmak istediğine ilişkin en başından beri söylediklerimizde ne denli haklı olduğumuzu gösteriyor. Süreç Türkiye’de Kürt hareketi ve bütün bir sol muhalefet de dâhil, eski rejime, birinci cumhuriyete dair bütün örgütlenmelerin tasfiyesini ve yerini ikinci cumhuriyetçi muhalif güçlerin almasını öngörüyor. Tayyip Erdoğan’ın referandum akşamı yaptığı konuşmada kimlere teşekkür ettiği hatırlandığında ikinci cumhuriyetçi sol muhalefet görevinin kimlere verildiği anlaşılıyor.

Operasyonun hemen ardından, bir süre önce yayınlanan kitabıyla cemaati Türkiye’nin gündemine ilk kez bu kadar güçlü bir şekilde getiren Hanefi Avcı’ya yönelik olarak dile getirilen kimi iddialara bakıldığında ise sol muhalefete yönelik bir gözdağı verme isteğinin yanı sıra Avcı’ya yönelik bir intikam planının da devreye sokulduğu anlaşılıyor.

Zaman gazetesinde 24 Eylül günü yayınlanan habere göre “örgüt üyelerinden Necdet Kılıç adına kayıtlı telefonla konuştuğu tespit edilen Hanefi Avcı’nın, kitabında soruşturmanın gizliliğini ihlal ederek örgüt üyelerinin teknik takipten haberdar olmasını sağladığı öğrenildi. Örgüt üyesi evli bir bayanla ilişki yaşadığı belgelenen Avcı'nın, Devrimci Karargâh'ı 'dinlemelere' karşı da uyardığı” belirleniyor.

Bir taşla iki kuş vuruluyor. Bir yandan sol muhalefete “hepiniz kolaylıkla aynı çuvala doldurulabilirsiniz” denilirken öte yandan da Avcı’ya, yazdığı kitabın bedelinin ödetileceği mesajı veriliyor.

Bir ironiden, tarihin bir ironisinden bahsetmemek mümkün mü?

Bir taraftan, son birkaç yıldır bütün siyasal pozisyonlarını “vesayet rejiminden ve statükodan kurtulmak” üzerine şekillendirmiş olanlar, bu “kurtuluş” sürecinin esas mekanizması olan Ergenekon sürecine dâhil ediliyorlar ve tasfiyesini talep ettikleri mekanizmanın bir parçası haline getiriliyorlar. Bir taraftan ise ömrünü solla mücadeleye adamış milliyetçi-muhafazakâr bir polis şefinin mesleki kariyeri bir sol örgütle ve o örgüte mensup bir kadınla ilişkisi olduğuna dair iddialar üzerinden bitirilmek isteniyor.

Türkiye, Yalçın Küçük’ün deyimiyle bu “büyülü hapishane”, şahitlik ettiğimiz onca şeye ve her seferinde “bundan daha ötesi ne olabilir ki” dememize rağmen, hâlâ daha hepimizi şaşırtmaya devam ediyor.