Sıra Kimde Diye Sormamak İçin

Soner Yalçın’ın sahibi olduğu internet sitesi Odatv‘ye yönelik ilk operasyon 14 Şubat 2011 tarihinde yapıldı. O tarihe kadar yaptığı haberlerle özellikle Ergenekon operasyonunun arkasındaki gerçekleri kamuoyuna etkili bir şekilde iletmeyi başarmış olan site, Ergenekon hâkimlerinin, savcılarının ve polislerin bir araya geldikleri bir iftar yemeğinin fotoğraflarını yayınladığında kaçınılmaz olarak hedef tahtasına yerleşmiş durumdaydı. (Tesadüfe bakın ki, o fotoğraflardaki isimlerden biri, Resul Çakır, Odatv davasının hâkimliğine atandı.) Baskının bir gün öncesinde ise sitede Zır vadisinde gömülü olarak bulunan silahlarla ilgili bir video yayınlanmıştı. Videodaki görüntüler silahların bir komplonun parçası olarak ve adeta bulunmak için oraya gömüldüklerini açık bir şekilde ortaya koyuyordu.

Odatv’ye yönelik operasyonlarda, sitenin sahibi Soner Yalçın, editörler Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan ile yazarlar Doğan Yurdakul, Müyesser Yıldız, Coşkun Musluk ve Sait Çakır, önce gözaltına alındılar, sonrasında ise cezaevine konuldular. Aynı operasyonlarda Yalçın Küçük, Nedim Şener ve Ahmet Şık da tutuklandılar. Devrimci Karargâh davasından yargılanan Hanefi Avcı ve geçtiğimiz günlerde yaşamını yitiren MİT mensubu Kâşif Kozinoğlu da Odatv davasına dâhil edildiler.

Sonrasında hazırlanan iddianamede, Ergenekon’un bugüne kadar "Ulusal Kanal, Avrasya Tv, Aydınlık Dergisi, Cumhuriyet Gazetesi, Strateji Dergisi, Kanal B, Vatanseverinfo ve Acikistihbarat isimli web siteleri gibi medya organlarının bir kısmını kurdurduğu bir kısmını da kontrol altına alarak yönlendirdiği anlaşılmış, daha önceki iddianamelerde bu medya organları aracılığıyla yürütülen faaliyetler ayrıntılı olarak anlatılmıştır" deniliyor ve Odatv’nin de Ergenekon’un medya yapılanmasının bir parçası olarak faaliyet gösterdiği iddia ediliyordu.

Odatv çalışanlarıysa iddianamenin hazırlanmasında temel alınan belgelerin bilgisayarlarına bir virüslü maille gönderildiğini söylüyorlardı. Bilirkişi olarak ODTÜ Bilgisayar Mühendisliği bölümünden akademisyenler, yazar Müyesser Yıldız’ın bilgisayarında yaptıkları incelemelerden sonra 21 sayfalık bir rapor hazırladılar. Rapor, iddianameye delil oluşturduğu söylenen dosyaların, iki e-postayla Yıldız’ın bilgisayarına gönderilmiş olduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyordu:

“Kaynağı gizlenmiş ve virüs içeren bu iki e-postanın içeriğindeki yazılar, gönderildiği şahsı dosya eklerini açmaya yönlendirmektedir. Dosya ekinde bulunan resim ikonuna sahip virüs, gerçek resimlerin yanına yerleştirilerek şahsın virüse tıklaması ve bilgisayara bulaşmasının sağlanması amaçlanmıştır. Alıcıyı aldatmaya yönelik hazırlanmış virüslü e-postaların içinde gelen virüs/trojen aracılığıyla, saniye farkıyla gönderilme tarihleri yakın olan 4 dosyanın bilgisayara aktarıldığı daha sonrasında dakikalar mertebesindeki aralıklarla işlem yapılarak dosya tarihlerinin geçmişe alındığı konusunda kanaatimiz oluşmuştur.”

Dolayısıyla bilirkişiler, tıpkı Zır Vadisi ile ilgili görüntülerin ortaya koyduğu gibi, Odatv’den çıktığı iddia edilen belgelerin de, bir komplonun parçası olarak, Odatv’nin bilgisayarlarına virüslü mailler aracılığıyla gönderilmiş olduğunu söylüyorlardı.

Sadece bu bile davanın çökmesi için yeterliydi fakat siyasi mahiyeti bunu engelliyordu. Odatv bir kere hedef tahtasına yerleştirilmişti ve yapmış oldukları haberlerin bedeli kendilerine ödetilecekti. Bu bedeli ödetenin kim olduğu ise aslında herkesin bildiği bir sırdı. Nedim Şener’in Hrant Dink cinayetinde esas faili işaret eden kitapları, Ahmet Şık’ın daha yayınlanmadan imha edilmek istenen “İmamın Ordusu” kitabı, Kâşif Kozinoğlu’nun ölmeden önce Aydınlık’a gönderdiği mektuplarda Orta Asya ülkeleri ile ilgili anlattıkları, Hanefi Avcı’nın “Haliç’te Yaşayan Simonlar” isimli kitabında Emniyet içi mücadeleye ilişkin yazdıkları akla getirildiğinde operasyonun arkasındaki gücün kim olduğu açık bir şekilde ortaya çıkıyordu.

Odatv davası, tıpkı KCK, Balyoz ve Devrimci Karargâh davaları gibi, yeni rejimin, karşısına çıkan/çıkabilecek olan bütün engelleri polisiye ve hukuki mekanizmaları kullanarak tasfiye etme projesinin bir parçası olarak yürürlüğe sokuldu. Bugün, yani 22 Kasım günü, saat 10:30’da, Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı’nda davanın ilk duruşması görülmeye başlanacak. Yeni rejimin toplumsal muhalefete yönelik tasfiye projelerini boşa çıkarmak ve arkadaşlarımızın yanında olduğumuzu göstermek için orada olalım, aksi takdirde “sıra kimde” sorusunu sormaya devam edeceğiz.