Özgürlük Neyi Örtüyor?

Muhafazakâr sanatın ne menem bir şey olduğuna dair tartışmalar devam ederken, 3 aylık muhafazakâr mizah dergisi Cafcaf’ın son sayısının kapağındaki karikatürden bahsederek başlayalım yazıya. Hayır, meselemiz muhafazakâr sanat da, muhafazakâr mizahın sefaleti de değil o belki başka bir yazının konusu olabilir. Ayrı bir tartışmaya, tiyatroların özelleştirilmesi bağlamında gündeme gelen özgürlük tartışmalarına dair söyleyeceklerimiz olduğu için bahsedeceğiz kapaktaki karikatürden.

Karikatürde, bir evin kapısına bıçakla Milli Eğitim Bakanlığı imzalı bir not saplanmıştır ve notta şöyle yazmaktadır: “Çocuğunu okula vereceksin! Ya da biz almasını biliriz!” Notu gören kadın içerideki eşine şöyle seslemektedir: “Bey! Çocuğu artık göndersek mi okula?” Sayfanın tepesinde ise derginin talebi yer almaktadır: “Ev okulu hakkımız engellenemez! Çocuklarımız 12 yıl okullara hapsedilemez! Özgür bilim. Özgür müfredat. Ev okulu (homeschool) bizim de hakkımız!”

Kapak, 4+4+4 tartışmalarına müdahil olma niyetinin ürünüdür: Dergi, 12 yıllık kesintisiz eğitime karşı değildir fakat “çocuklarımızın” 12 yıllık okullara “hapsedilmesine” karşıdır. Bunu engellemek için ise ev okulu talep edilmektedir “özgür bir bilim” ve “özgür bir müfredat” ancak ev okulunda söz konusu olabilecektir.

Karşı karşıya olduğumuz şey, meseleye neresinden yaklaşırsak yaklaşalım, tam bir “sahtekârlık” örneğidir. Çünkü kapıya tehdit notu bırakan bakanlık, karikatürde verilen mesajın aksine, düşman bir ideolojinin temsilcisi değildir dergiyle aynı dünya görüşüne sahip kadroların kontrolündedir. Dolayısıyla ortada ne muhafazakâr aile yapısını tehdit eden bir bürokratik kurum, ne de tehdit edilen kutsal bir müessese olarak aile vardır. “Sahtekarlık” tam da buradadır işte: 4+4+4, ceberut, vesayetçi, jakoben devlete yapılan gönderme üzerinden sunulmakta, arka plandaki gerici ve piyasacı niyet, bakanlıktaki ve eğitimdeki gerici kadrolaşma, eğitimin muhafazakar hegemonya projesi açısından taşıdığı önem vs., bunların hepsinin üzeri örtülmekte, hepsi görünmez kılınmaktadır.

Sadece bu değil burada başka ve çok daha önemli bir sahtekârlık daha vardır ve kullanılan araç ise özgürlüktür. Karikatür bize şöyle demektedir: “4+4+4 baskıcıdır ve çocukları okula hapsetmeyi hedeflemektedir oysa çocukları okula göndermeyerek ve onların evde eğitim almalarını sağlayarak özgür kılabiliriz.”

Peki ev okulu talebinin arkasındaki “hakiki neden” sahiden de bu mudur acaba?

Söz konusu olan, “kapitalizmin ideolojik aygıtlarından biri olan ve onun yeniden üretimini sağlayan okul/eğitim müessesesine karşıtlık” mıdır? “Çocukları evde eğiterek mevcut sömürü ve tahakküm ilişkilerinin dışında başka bir dünyanın mümkün olduğunu görmelerini kolaylaştırmak” mıdır yoksa? Derginin temsil ettiği dünya görüşünün bu sorulara “evet” yanıtını vermemizi imkânsız kıldığını biliyoruz ve işte bu nedenle bir sahtekarlıktan daha bahsedebiliyoruz.

Çocukların zorunlu eğitimin bir aşamasında okula gönderilmemelerinin Türkiye gibi bir ülke için taşıdığı anlam açıktır: Erkek çocukları için işçilik, kız çocukları için ise eve kapatılmak ve evlendirilmek ayrıca tüm bunları kapsayacak şekilde, “kininin ve dininin sahibi” nesiller olarak yetiştirilmek. Durum buyken, ev okulu talep etmek ve üstelik de bunu özgür bilim, özgür müfredat adına yapmak. İşte sahtekârlıkla kastettiğimiz tam da budur: Karikatürde, esas niyet sahte bir özgürlük söyleminin arkasına saklanmıştır ya da aynı anlama gelmek üzere özgürlük söylemi gerçeğin üzerine örtülmüştür.

Benzer ve çok daha yaygın bir özgürlük söyleminin neoliberalizmin hüküm sürdüğü son otuz beş yıla damgasını vurduğu söylenebilir. Neoliberal özgürlük söylemi bize şöyle demektedir: “Devleti ne kadar küçültürsek, yani devlet ekonomiye ne kadar az müdahale ederse, demokrasi ve özgürlükler o kadar genişleyecektir.”

Burada da yine çifte bir sahtekârlığın işbaşında olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi, neoliberalizm devlet müdahalesine karşı değildir, "mış gibi" yapmaktadır söz konusu olan devletin sosyal politikalardan vazgeçmesidir, yoksa bankaların ya da şirketlerin kurtarılması söz konusu olduğunda devlet ekonomiye rahatlıkla müdahale etmektedir.

Sahtekârlığın ikinci ve bu yazıda bizi ilgilendiren boyutunda ise özgürlük meselesi vardır. Devletin ekonomik alandan çekilmesi, yani özelleştirmeler aracılığıyla küçültülmesi ve sosyal niteliklerinden arındırılması beraberinde özgürlük getirmez. Ekonomik anlamda küçültülmüş bir devletin daha demokratik bir devlet olacağına dair elimizde hiçbir kanıt yoktur. Aksine, devlet küçülürken, devletin boşalttığı alanları piyasa güçleri, mafyatik yapılar, tarikat örgütlenmeleri vb. doldurur bunların demokrasi ve özgürlükle herhangi bir bağlantısının olmadığı ise açıktır.

Son otuz yıl, sağıyla ve soluyla Türkiye liberalizminin bizi bu yalana ikna etme çabalarına şahitlik etti: Ne kadar çok özelleştirme o kadar çok özgürlük, ne kadar küçük devlet o kadar geniş demokrasi! Tam da bu nedenle tiyatroların özelleştirilmesi tartışmaları bağlamında aynı söylemin bir kez daha devreye sokulmasında şaşırtıcı bir yan yok.

Erdoğan’ın açıklamaları, bu söylemin nasıl kullanıldığına dair müthiş bir örnek bundan bahsedeceğiz, fakat öncelikle Türk sağının o kadim “milli irade” argümanının tiyatrolara ilişkin tartışma bağlamında nasıl kullanıldığına bir bakalım.

Ne diyor Erdoğan şehir tiyatrolarının bürokrasinin kontrolüne girmesiyle ilgili olarak? Tiyatronun başına çöreklenmiş elitlerden, halkın değerlerine uzak, halka tepeden bakan, onları aşağılayan bir gruptan bahsediyor. Ve sonra ekliyor: “Milli iradenin karşısında duramazsınız, bundan sonra tiyatro da milli iradenin talepleri doğrultusunda şekillenecek.” Birinci cumhuriyet çözülürken, birinci cumhuriyetin sanatının dönüştürülmemesi düşünülemezdi elbette ve tıpkı birinci cumhuriyete karşı olduğu gibi tiyatrolara karşı da milli irade söylemi iş başında, şaşırmıyoruz.

Özelleştirme ile özgürlük ilişkisine dönelim. Erdoğan, şehir tiyatrolarının bürokrasinin kontrolüne girişini normal görüyor ama otuz beş yıllık neoliberal argümanı da tekrarlamayı ihmal etmiyor: “Devlet, sanatı finanse etmez devletin olduğu yerde özgür sanat olmaz, tiyatroları özelleştireceğiz.”

Sümerbank özelleştirilirken “devlet pijama üretmez” sözü revaçtaydı liberal söylemde, şimdi ise “devlet pijama üretmez”den “devletin tiyatrosu olmaza gelmiş” durumdayız. Bir zamanlar özelleştirmenin en temel gerekçelerinden biri devlet kurumlarının verimli çalışmamasıydı, şimdi ise temel gerekçe özgürlük.

Devlet sözcüğünü her duyduklarında ürperen sağdan ve soldan “sivil”ler, elbette ki özgürlük gerekçesiyle tiyatroların özelleştirmesine de destek vereceklerdir. Oysa sol açısından devlet, toplumun dışında ayrı bir varlık değildir, bir ilişki biçimidir, sınıf mücadelelerinin dolayımlandığı ve çözüme kavuştuğu yerdir. Bu nedenle de tıpkı “devlet pijama üretmez” gibi “devletin olduğu yerde özgür sanat olmaz” söyleminin de solla uzak yakından ilgisi yoktur. Devlet pijama da üretir, sanatı da finanse eder önemli olan bunun üzerine verilecek mücadele ve bu mücadelenin belirleyeceği içeriktir yani mesele kamusal kaynakların nasıl kullanılacağı meselesidir.

Özgürlük, hakikatin üzerini örten bir örtü haline gelmişse, bize düşen o örtüyü kaldırmak, hakikati ifşa etmektir. Hakikatin ifşa edilmediği yerde özgürlük de, özgür sanat da yoktur çünkü.