Koalisyonun Şikeyle İmtihanı

Yeni Türkiye’ye ait bir “tunç yasası”ndan bahsederek başlayalım yazıya: Eğer cemaat medyası, Taraf gazetesi, Rasim Ozan Kütahyalı, Şamil Tayyar, Mehmet Baransu vs. bir meseleye aynı anda müdahil oluyor ve aynı şeyleri söylüyorlarsa, bilin ki o mesele yeni rejim inşası açısından son derece kritik bir nitelik taşımaktadır ve kati surette halledilmelidir.

Sözünü ettiğimiz tunç yasası, “Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”a, kamuoyunda bilinen adıyla şike kanununa ilişkin süreçte bir kez daha sınandı ve doğrulandı. Medya, ordu, üniversite, yargı derken sıra futbola geldiğinden olsa gerek yeni rejimin ideolojik aygıtları ve organik aydınları, meseleye uygun bir tabir kullanacak olursak, bütün güçleriyle topa girdiler ve cumhurbaşkanının iade ettiği yasa Erdoğan’ın talimatıyla değişmeden meclis komisyonuna gittiği halde, topun peşini bırakmamaya kararlı görünüyorlar.

Burada ilginç olanın, ilk bakışta çok da önemli gibi görünmeyen bir kanun değişikliğinin, AKP-cemaat koalisyonundaki fay hatlarını açığa çıkarması olduğunu söyleyebiliriz. AKP-C koalisyonu, daha önce de örneğin Mavi Marmara baskını sonrasında görüldüğü üzere kimi pürüzler yaşamışsa da, 9 yıllık iktidarında ilk kez böylesi bir kriz durumuyla karşı karşıya kalıyor ve cemaatin organik aydınları, henüz ne olduğu kamuoyunca bilinmeyen bir sağlık sorunu bulunan Erdoğan’ı ilk kez doğrudan hedef alan yazılar yazıyorlar. Belki kriz fenomenleri doğrudan gözlemlenmiyor ama bunun da nedeni cemaatin siyasi bir parti olmadığı için koalisyonun resmi değil gayri resmi ortağı görünümünü taşıması ve bu yüzden de tepkisini bir siyasi parti gibi değil, başka şekillerde vermesi.

Cemaatin tepkilerini takip edebilmek için sahip olduğu medya organlarına ve köşe yazarlarının söylediklerine bakmanın en iyi yöntem olduğunu söyleyebiliriz. Ahmet Turan Alkan’ın 10 Aralık 2011’de Zaman gazetesinde yayınlanan yazısı Erdoğan’la ilgili hissiyatı açık bir şekilde ortaya koyuyor. Alkan şöyle diyor: “Başbakan'ın fındıkkabuğu kadar cirmi olmayan bir mesele için amme efkârından değil de futbol baronlarından yana tavır koymasına hem çok şaşırdım, üzüldüm ve kırıldım bana öyle göründü ki şu dört yıllık ustalık döneminde Başbakan, kendi kariyer çizgisini milletin hukukundan daha fazla ciddiye alabilir pekâlâ. Şike kanununda gösterdiği sert kararlılık ve direnç, metânetin değil aslında bükülüşün emâresidir.”

Alkan, AKP’nin şike kanunu için CHP ve MHP’yle ittifak kurmasını tek bir şartla affedebileceğini söylüyor: “Sayın Başbakan, küçük bir hatır meselesi için daha büyük bir hâtırı kaale almamaya karar verdi. Bir şartla anlar ve affederim kendi nâmıma: Eğer hâlâ vazgeçilmedi ise yeni anayasa çalışmalarında, şike kanununda sizi can-baş ile destekleyen CHP ve MHP'yi ortak çalışmaya ikna edip, vaadiniz üzre yeni anayasayı yaparsanız ferâsetinize şapka çıkartacağım... Aksi takdirde, ‘Bir başbakan vardı’ deyip üzüleceğiz.”

Geçtiğimiz günlerde Samanyolu Haber’in internet sitesinde yayınlanan iki yazı da, konuyla ilgili önemli ipuçları veriyor. Bu sitede 7 Aralık 2011 tarihinde yayınlanan “Beraber Yürümüştük Biz Bu Yollarda” isimli yazıda kanun değişikliğinden söz edildikten sonra şöyle deniliyor: “Bir parti, bir başbakan, bir siyasetçi, ağzından çıkan her sözü görev telakki edecek kadar kendisine güvenen, 9 yıl beraber yürüdüğü milyonları hangi geçerli sebeple yüz üstü bırakabilir? Kim ve ne için, bir milletin “Büyük Türkiye” kurma düşlerini yıkar ve bugüne kadar hiçbir siyasetçiye nasip olmayan inanmış kalabalıkları hayal kırıklığına uğratabilir?”

Sitede aynı gün çıkan ikinci yazı ise “Ak Parti Dönüp Arkasına Bakar mı” ismini taşıyor. Yazar, AKP’nin kanunda ısrar etmesi halinde “ortaklığın” bozulacağını çok açık bir şekilde söylüyor ve AKP, daha doğrusu Erdoğan için şöyle diyor: “Dönüp arkasına baktığında, yeni ortaklarıyla yürüdüğü bu yolda, bugüne kadar kendisini illegal yapılanmalara, çetelere, antidemokratik güçlere, mafyalara karşı bir an bile yalnız bırakmadan savunan hiç kimseyi göremeyecek.”

Yazıda ilginç olan, yazarın şike kanununun bir başlangıç olduğunu söylemesi. Buna göre önümüzdeki süreçte meclise “başka davaların seyrini değiştirecek yeni yasalar” gönderilebilir. Başka davalarla kastedilenin ise Ergenekon olduğu açık çünkü yazar şöyle diyor: “’Tutukluluk süreleri’, ‘tutuklu milletvekilleri’, ‘suç kapsamı’ ya da bazı davaların görüldüğü ‘Özel Yetkili Mahkemelerin durumu’ konularında yapılabilecek yasal düzenlemelerde, Meclis’e baskı yapılmaması ve hatta yapılamayacağı mesajı mı verilmek isteniyor?”

Yaşanan krizin özellikle futbol pastasına dair bir paylaşım savaşıyla ilgili olduğu muhakkaksa da, bunu aşan boyutları bulunuyor. Krizin bir boyutunda, Ergenekon sürecinin bundan sonra nasıl işleyeceğine dair ortaklar arası farklılaşmanın bulunduğunu söyleyebiliriz. Cemaat, önümüzdeki süreçte AKP’nin Ergenekon sanıklarına yönelik af niteliği taşıyan bir yasa değişikliğine gideceğini düşünüyor ve şike kanununu da bir başlangıç olarak görüyor olabilir. Krizin öteki boyutunda ise AKP’nin kontrolünde olan yürütme ve yasama ile cemaatin kontrolünde olan ve adeta bir siyasal özne gibi hareket eder hale gelen yargı arasındaki güç mücadelesinin bulunduğu anlaşılıyor. Cemaat, yargının karşısına milli iradenin temsilcisi olarak meclisin, dolayısıyla da yasamanın ve yürütmenin çıkarılmaması gerektiğini, çünkü milli iradenin bizzat kendisi olduğunu söylüyor. (Geçerken not düşelim, yeni rejimde yargının kendisini siyasal bir özne gibi görmeye başlamasına dair en yakın ve somut örnek, HSYK’nın Kılıçdaroğlu’nu İzmir mitinginde yaptığı konuşma nedeniyle yargı camiasından özür dilemeye çağırmasıydı.)

Krizin başka bir boyutunda ise Erdoğan’ın liderliği meselesi bulunuyor cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ne zaman yapılacağı, Erdoğan’ın köşke çıkıp çıkmayacağı, çıkmadan önce yapılacak bir anayasa değişikliğiyle başkanlık sistemine geçilip geçilmeyeceği gibi soruların hâlâ bir yanıtı bulunmuyor ve süreç belirsizliğini korumaya devam ediyor. ABD’nin uzun vadede Erdoğan’ın liderliğini destekleyip desteklemeyeceği ise bilinmiyor. Hal böyle olunca da, hâlihazırda sağlık durumu da gizemini korurken “Erdoğan sonrası”na dair olasılık hesaplarının ve pozisyon alışların tartışılması kaçınılmaz hale geliyor, Alkan belki de bu yüzden “bir başbakan vardı demeyelim” diyerek Erdoğan’a aba altından sopa gösteriyor.

O halde esas meselenin yeni rejimin inşa sürecine dair olduğu söylenebilir. AKP-C koalisyonunun yeni rejim inşasına dair mutabakatında herhangi bir değişiklik yok fakat bu inşanın hangi araçlarla ve hangi yöntemlerle gerçekleşeceğine dair, henüz tam olarak göremediğimiz, kristalize olmamış birtakım ihtilaflar olduğu anlaşılıyor.

Bu noktadan sonra şike kanununun cumhurbaşkanı tarafından Anayasa Mahkemesi’ne götürülüp götürülmeyeceği sürecin gidişatı üzerinde esas belirleyici faktör olacak. Gül yasayı onayladıktan sonra Anayasa Mahkemesi'ne götürmezse mesele kamuoyunun gündeminden büyük ölçüde düşecektir Anayasa Mahkemesi’ne gitmesi durumunda ise krizin daha görünür hale geleceğini ve tarafların daha da sertleşeceklerini tahmin edebiliriz.

Hangisi gerçekleşirse gerçekleşsin yaşananlar bir şeyi açıkça göstermiş durumdadır: AKP-C koalisyonu sonsuza kadar uyum içerisinde çalışabilecek bir nitelik arz etmemektedir. Bu böyledir fakat görülmesi gereken başka bir gerçeklik daha vardır: Ortaklar hâlâ daha birbirleriyle simbiyotik bir ilişki içerisindedirler, yani biri olmadan ötekinin varlığını devam ettirmesi mümkün değildir. Bu nedenle de uzunca bir süre daha birbirleriyle köprüleri atmayacaklar önümüzdeki günlerde ise güç ilişkilerini başka bir denge düzeyinde tekrar kuracaklardır.