Hocalı protestosu, milliyetçilik ve ulusalcılık

AKP’den MHP’ye, BBP’den HAS Parti’ye, İslamcısı, milliyetçisi ve muhafazakârıyla Türk sağının bütün unsurları geçtiğimiz hafta Taksim’de düzenlenen “Hocalı katliamı protestosu”ndaydılar. İçişleri bakanı İdris Naim Şahin’in de şereflendirdiği protestoda açılan pankartları gördüğümde aklıma gelen ilk şey “ihale Ergenekon’a yıkılacak” oldu çünkü uzunca bir süredir Türkiye’de Türk sağından tek kelime dahi söz etmeden faşizmden söz edebilmenin en kolay yolu buydu.

Ergenekon muhteşem bir buluştu çünkü Sivas katliamından Dink cinayetine yakın tarihin en karanlık ve en kanlı eylemlerini, her yerde hazır ve nazır, ezelden ebede varlığını devam ettiren ve yok edilmesi asla mümkün olmayan hayalet bir örgütün üzerine yıkıyor ve böylelikle bu eylemlerin gerisindeki Türk sağı-devlet-Gladio-ABD çizgisini kolaylıkla görünmezleştirip aklayabiliyordunuz.

Tahminimde yanılmadım, alanda milliyetçi-ulusalcı bir toplam olduğunu ısrarla vurgulayan liberal-muhafazakâr zevata göre Hocalı protestosunun gerisinde, mensupları içeride olmakla birlikte fikirleri dışarıda olan Ergenekon vardı ve Ergenekon’un devraldığı siyasi miras ise kuşkusuz ki ittihatçılık ve Kemalizm’di.

Geçerken not edelim, yeni Türkiye’de ittihatçılık birine edilebilecek en ağır hakaret olmalı ki, liberallerin bir bölümü, destekledikleri AKP’nin içişleri bakanının katıldığı Hocalı eyleminin gerisinde ittihatçı zihniyetin olduğunu iddia ederken, AKP’li Ömer Çelik TÜSİAD’dan “sivil İttihat Terakki” diye söz ediyor.

Konumuza dönelim, sahiden de alandaki kitlenin politik motivasyon kaynağı Ergenekon zihniyeti miydi ve bu zihniyetin gerisinde de ittihatçı/Kemalist gelenek mi vardı acaba? Mesela birileri “Enver, Cemal, Talat, yaşasın Terakki ve İttihat” diye bir pankart açmış ya da slogan atmıştı da biz mi görmemiş, duymamıştık?

Ergenekon ile Hocalı protestosu arasındaki ilişki söz konusu olduğunda, her yerde hazır ve nazır bir örgüt söyleminin kolaycılığı ve hizmet ettiği şey bir yana, asıl üzerinde durulması gereken noktanın alandaki toplamla Ergenekonculuk olarak kodlanan ittihatçı-Kemalist çizgi arasındaki doku uyuşmazlığı olması gerektiği kanaatindeyim.

Şunu söylemek istiyorum: Türk sağının genetik kodlarında ittihatçılık ve Kemalizm yoktur, Türk sağının hegemonik söylemi, en başından beri, önce anti-ittihatçılık, sonra da anti-Kemalizm üzerine kurulmuştur. Türk sağının söyleminde ittihatçılar, “ulu hakan Abdülhamit Han’ı deviren ve koca imparatorluğu on senede çökerten bir grup dönme ve mason”dan ibarettir Kemalizm ise “Müslüman Türk milletini ait olduğu Türk-İslam medeniyetinden kopartmak ve batılılaştırmak isteyen köksüz bir akım”dır.

Bu noktada, Türk sağının ittihatçılık ve Kemalizm’e bakışını anlayabilmek için biraz geri gidelim.

Tıpkı devlet gibi Türk sağı da “ağaçların bile sola eğildiği” 1960’lı yıllarda hızlı bir İslamizasyon sürecine girmişti. 1930’larda ve 40’larda İtalyan ve Alman faşizmlerinden etkilenen ve Nihal Atsız şahsında temsil edilen seküler Türkçülük anlayışı, yerini 60’lardan itibaren Türklükle İslam’ın ayrıştırılamazlığına ilişkin vurguya bırakacaktı komünizmle mücadele edecek taşralı binlerce gencin mobilize edilebilmesi için seküler bir milliyetçilik yeterli değildi ve bu gençlerin cennetle ödüllendirilecekleri uzun bir cihada çağrılmaları gerekmekteydi çünkü.

Bu İslamizasyon sürecinde bir yandan cumhuriyetin üzerini örttüğü Osmanlı mirası yeniden keşfediliyor, öte yandan ise yükselmekte olan sol Kemalizm’e karşı ideolojik mücadele veriliyordu buna göre ittihatçılık ve Kemalizm, hem Osmanlı’yı Osmanlı kılan her şeyin zıddını temsil ediyordu hem de 60’ların sol-Kemalizm’inin beslendiği tarihsel mirastı, bu nedenle de sağın söylemsel mücadelesinin hedefindeydi.

Aynı süreçte, yani 60’lardan itibaren, Taksim eylemini provoke etmekle suçlanan “Genç Atsızcılar”ın “Atsız Ata”larının, yani Nihal Atsız’ın seküler ve İslam’ı dışlayan milliyetçilik anlayışının MHP’den tasfiyesi de gündeme gelecek ve cinayetlerin de söz konusu olduğu bu tasfiye operasyonu 70’lerin ortalarına doğru tamamlanacaktı.

Liberal-muhafazakâr söylemin, en son Taksim örneğinde görüldüğü üzere, ısrarla ismini milliyetçilikle yan yana andığı ulusalcılık ise 60’ların sol Kemalizm’inin deforme olmuş bir versiyonu olarak 90’ların sonlarına doğru, bir tepkiselliğin ürünü olarak ortaya çıktı. Tepkiselliğin kökeninde ise bütün bir 90’lar boyunca yükselen siyasal İslam ve Kürt hareketi vardı. Ulusalcılığın söylemine göre esas çelişki emperyalizmle ezilen uluslar arasındaydı ve hem siyasal İslam hem de Kürt hareketi, ABD ve Avrupa Birliği şahsında temsil edilen emperyalizmin ülke içerisindeki işbirlikçileriydiler. Ulusalcı söylem anti-emperyalizmini tarihsel olarak İttihatçılığın ve Kemalizm’in bıraktığı siyasi mirasa dayandırıyor ve bu iki Jakoben akımın Türkiye ilericiliğinin başlangıcı olarak görülmesi gerektiğini söylüyordu.

2000’lere kadar bu iki akım, yani milliyetçilikle ulusalcılık (90’lar öncesi adlandırmayla sol Kemalizm) hiçbir şekilde bir araya gelmediler. AKP iktidarı ve sonrasında hızlandırılan AB uyum süreci ise bu iki akımın yolunu, eylemsel ittifak yapma anlamında, kısa süreliğine de olsa birleştirdi. Ortaya çıkan ittifaka ise Kızılelma Koalisyonu adı verilmişti. Ancak az önce söylediğim üzere yolların birleşmesi birkaç eylemde ittifak yapmaktan öteye geçmedi. Ergenekon operasyonunun hemen öncesinde Devlet Bahçeli “tehlike”yi gördü ve ulusalcı güçlerle parti arasındaki bütün ilişkiyi kesti, bu güçlere yakın duran isimler ise partiden tasfiye edildi. Bundan sonra, ulusalcılarla milliyetçilerin yan yana geldiği tek yer aynı çuvala dolduruldukları Ergenekon operasyonu bağlamında yargılandıkları Silivri mahkemeleri olacaktı.

Anlaşılıyor olmalı, liberallerin alandaki ulusalcı-milliyetçi ittifakından söz etmelerine karşın o gün Taksim meydanındaki Hocalı protestosunda ulusalcılar yoktu liberallerin Türkiye’yi demokratikleştirdiğini iddia ettikleri AKP ve onu bir kar makinesi gibi görüp açtığı yoldan yürüyen sağ partiler vardı. Ya da şöyle söyleyelim: Ulusalcı zihniyeti temsil eden Talat Paşa Komitesi ve yaptığı eylemler ise Türk sağının zihniyetini temsil eden de “Hepiniz Ermeni’siniz hepiniz piçsiniz” dövizlerinin açıldığı Hocalı protestosuydu.

Tüm bunları ulusalcılığı savunmak ya da aklamak için yazmadığımı, derdimin bu olmadığını belirterek bitireyim yazıyı ne de olsa Anadolu parsının soyunun tükenmesinin sorumluluğun bile Kemalistlere yüklenebildiği tuhaf zamanlarda, akıl tutulması zamanlarında yaşıyoruz ve söylemediğiniz şeyleri söylemekle suçlanmak vaka-i adiyeden artık.

Derdimiz, kavramlarla ve tarihle dilediği gibi oynayarak Türk sağını aklayan ve Türkiye ilericiliğini mahkûm eden hegemonik liberal-muhafazakâr söylemin ifşası ve yapısökümüne uğratılmasıdır bu yapılırken ise milliyetçilik, ulusalcılık, ittihatçılık vb. bütün siyasal kavramların tarihsel bağlamına oturtulması ve bu şekilde anlaşılmasının sağlanması gerekiyor. Bir karşı-hegemonya oluşturmanın olmazsa olmazı bu çünkü.