Baha Okar, Coşkun Musluk ve Rejim Muhalifliği

Bilim ve Gelecek dergisi editörü Baha Okar’ın da aralarında bulunduğu Devrimci Karargâh operasyonu tutukluları yedi aylık bir tutukluluk halinin ardından ilk kez 13 Nisan günü mahkemeye çıkarılacaklar. Bu yedi ayın önemlice bir bölümünü neyle suçlandıklarını bilmeden geçirdiler, iddianame açıklandığında ise kendilerine isnat edilen suçlarla ortaya konan deliller arasındaki bağlantıya, daha doğrusu bağlantısızlığa bakıp acı acı gülümsediklerine eminim, çünkü ben öyle yaptım.

Baha ile Bilim ve Gelecek Yayınları’ndan yaklaşık iki yıl önce çıkan “Nietzsche ve Marx: Hayatın Olumlanması Olarak Felsefe” isimli kitabım vesilesiyle tanıştık, İstanbul’a gittiğimde dergi ve yayınevi bürosunda hem Baha ile hem de derginin Genel Yayın Yönetmeni Ender Helvacıoğlu ile yüz yüze konuşma olanağı bulduk. Bilim kongresi için gittiğimiz Karaburun’da bir akşam Ender ağabey, Baha ve başka dostlarla birlikte rakı içip balık yedik, uzun uzun sohbet ettik, bolca Türkiye’den, siyasetten, yapılabilecek olanlardan ve yapılamayanlardan konuştuk.

Baha’nın kendisine isnat edilen suçlarla uzaktan yakından alakası olmadığına eminim. Çünkü Baha’nın politik gündeminde illegal bir örgüt ya da silahlı mücadele bulunmuyordu. Baha, Ender Helvacıoğlu ve diğer Bilim ve Gelecek çalışanlarıyla birlikte hem Türkiye’nin en önemli bilim dergilerinden birini çıkarıyor, hem de yayıncılık yapıyordu. Politik gündeminin belirleyici noktası da buydu: İyi bir bilim dergisi çıkarmak ve iyi yayıncılık yapmak. Ayrıca Baha sahiden de iddia edildiği gibi bir örgütün üyesi olsaydı, çıkar söyler ve bunun da arkasında dururdu.

İşte bu yüzden “Baha suçsuzdur” diyebiliyorum bu yüzden Baha’nın, herkesin “muhtemel düşman” kategorisine dâhil edildiği, her muhalifin potansiyel suçlu olarak görüldüğü, tutuklamanın kendisinin bir cezalandırma mekanizması haline geldiği otoriter bir rejim inşası sürecine kurban edilmek istendiğini söylüyorum, o yüzden “Baha’nın tutsaklığı bizim tutsaklığımız, özgürlüğü bizim özgürlüğümüzdür” diyorum.

***

ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Araştırma Görevlisi Coşkun Musluk yaklaşık bir ay önce düzenlenen Odatv operasyonunda gözaltına alındı ve Ergenekon üyesi olduğu gerekçesiyle Silivri Cezaevi’ne gönderildi. Tutukluluğuna yapılan itiraz da reddedildiği için o da muhtemelen Baha gibi aylar boyunca iddianamenin hazırlanmasını ve hâkim karşısına çıkarılmayı bekleyecek, o sırada doktora eğitimi aksatmış olacak, işine gidemeyecek, sevdiklerinden, dostlarından uzakta kalacak.

Coşkun ile bundan birkaç sene önce Ankara’daki 2 Temmuz anmasında tanışmıştık. Toros Sokak’tan Kolej kavşağına doğru yürürken sohbet ettiğimizi hatırlıyorum. Bir sonraki karşılaşmamız ise ODTÜ’de olmuştu Gökçek “gerekirse ODTÜ’yü yıkarım” dediğinde, öğrenciler Gökçek’e “buyur, gel yık” demek için bir araya gelmişlerdi ve biz de onlara destek veriyorduk. Sonrasında düzenli olarak görüşmeye başladık. Doğan Avcıoğlu, Yalçın Küçük, Kürt sorunu, üzerine en çok konuştuğumuz tartıştığımız isimler ve meselelerdi. Coşkun, Çağdaş Sümer’le birlikte derlediğimiz “Hegemonyadan Diktatoryaya AKP ve Liberal-Muhafazakâr İttifak” isimli kitaba, Kürt açılımı ile ilgili olarak yazdığı “Kürt Sorununa Liberal-Muhafazakâr ‘Çözüm’ Denemesi” isimli yazıyla katkıda bulundu ve sonrasında o yazıdaki tezlerini 5. Karaburun Bilim Kongresi’nde tebliğ olarak sundu. Coşkun’un o yazısı halen Kürt açılımı ile ilgili yapılmış en önemli çalışmalardan biri olma niteliğini koruyor.

Coşkun Musluk’un da kendisine isnat edilen suçlarla uzaktan yakından alakası olmadığını biliyorum. Fakat bu bilme hali, bazılarının Ahmet Şık ya da Nedim Şener için içerisine girdikleri gibi bir bilme hali değil, yani ben “Coşkun sosyalisttir dolayısıyla da Ergenekon üyesi olamaz” demiyorum. “Coşkun sosyalisttir bu doğru ama zaten Ergenekon diye bir örgüt yok ki Coşkun üyesi olsun” diyorum. Yani “Yalçın Küçük’le Kemal Kerinçsiz’in, Doğu Perinçek’le Mehmet Haberal’ın, Mustafa Balbay’la Veli Küçük’ün üyesi veya yöneticisi oldukları, hiyerarşik bir yapılanmaya sahip, programı, tüzüğü vs.si olan bir örgüt yoktur, Ergenekon bir yeni rejim inşası projesinin en önemli ayağıdır, dolayısıyla Ahmet Şık’ın, Yalçın Küçük’ün, Coşkun Musluk’un ve diğer insanların tutuklanmaları Ergenekon’un sulandırılması değildir, sürecin mantığında bu vardır” diyorum.

Ayrıca, tıpkı Baha gibi, Coşkun’un da politik gündeminde esas olarak düşünsel üretim vardır, yazmak vardır. Coşkun muhalif ve genç bir akademisyendir ve emniyette ya da savcılıkta iddia edildiği gibi yazarken kimseden emir almaz. Yalçın Küçük’le aralarında bir hoca-öğrencisi ilişkisi varsa da bu bir amir-memur ilişkisi değildir, zaten Yalçın Küçük de herhangi bir örgütün yöneticisi değildir. Başta Kürt sorunu olmak üzere birçok konuda Yalçın Hocayla Coşkun farklı şeyler düşünürler. Coşkun’un Odatv’deki yazılarında ise suç teşkil edecek bir unsur yoktur, dolayısıyla Coşkun Musluk da “suçsuz”dur.

***

Büyük medya Nedim Şener yüzünden, solun bir bölümü ise Ahmet Şık yüzünden, yıllarca sessiz kaldığı bir konuda ilk kez sesini bu kadar yükseltti. “Sonuna kadar gidilsin” diyenler, geç de olsa, sonuna kadar gidildiğinde varılan noktanın Şener ve Şık olduğunu, varılan noktanın yayınlanmamış bir kitabın imha edilmesi olduğunu gördüler. Buna rağmen, meseleyi basın özgürlüğü ya da ifade özgürlüğü başlığına sıkıştırmayı tercih ettiler, sürecin özünü ve siyasal çerçevesini sorgulamaksızın yaptılar bunu inşa edilmekte olan yeni rejime dair tek bir söz etmeksizin yaptılar. Şener ve Şık’ı kategori dışı ilan ederek, “onlar asla böyle bir şey yapmaz” diyerek yaptılar, diğer isimlerin ise herhangi bir önemi yoktu, onlar gözaltına alınanlar ve tutuklananlar listesinde son sırada yer aldılar, kim olduklarına dair herhangi bir haber yapılmadığı gibi, kendilerini destekleyen açıklamalara da medyada yer verilmedi.

Madem birileri ellerindeki imkânları kullanarak ve gayet de iyi yaparak arkadaşlarına sahip çıkıyor, ben de bu köşeyi kullanarak isimleri fazlaca duyulmayan, duyurulmayan arkadaşlarıma, Baha’ya ve Coşkun’a, bu yazıda isimlerini anamadığım diğer siyasi mahkûmlardan özür dileyerek, sahip çıkıyorum. Baha da, Coşkun da, kalbi bu ülkenin emekçileri, yoksulları, ezilenleri için atan, düşünen, üreten, mücadele eden insanlardır, ikisi de sosyalisttir, ikisi de devrimcidir, ikisi de arkadaşımızdır ve ikisi de otoriter bir rejim inşası sürecine kurban edilmek istenmektedir. Onları unutmayalım, onları savunmaya, özgürlüklerini talep etmeye devam edelim. Bu, günümüz Türkiye’sinde “rejim muhalifi” olmanın en önemli şartlarından biridir çünkü.