Bush Planı: Toprak İlhakı İçin Yeni Proje

Amerikalı yetkililer, 19. yüzyılın başlarından beri Küba'yı Amerika Birleşik Devletleri'nin bir eyaleti yaparak topraklarına dahil etme amaçlarını çok net bir şekilde kamuoyuna duyurmaktadırlar. Üstelik bu hedefe ulaşmak için yalnızca beyanat vermekle yetinmemiş somut girişimlerde de bulunmuşlardır.

Başkan Thomas Jefferson, çok büyük olasılıkla, bu yüzyılın başlarında, Küba'yı en iyi Amerika Birleşik Devletleri'nin ele geçireceğini belirten ilk kişilerden biri olmuştur. Ardından ve kesintisiz biçimde diğerleri de onu izlemiştir. John Quincy Adams, Amerika'nın diğer bir başkanı, "olgun meyve" teorisini ortaya koyan kişidir, koşullar sağlandığında Küba'nın ellerine olgun bir meyve gibi düşmesi gerektiğini söylemekteydi.

Aynı yüzyıl içerisinde, Orta ve Güney Amerika kastedilerek ve Avrupalı emperyalist rakiplere açıkça meydan okunarak "Amerika'nın Amerikalılar için yani Amerika Birleşik Devletliler için olduğu"nu belirten, meşhur "Monroe Doktrini" duyurulmuştur,

1850 yılında, Senatör Pierre Soulé, Kongre'de "İspanya'nın Küba'yı satın alamayacağına göre, her ne kadar İspanya ile bir savaşa girmemiz gerekse de, Küba'nın topraklarımıza dahil edilmesi bir fetihle mümkün hale gelebilir" demiştir.

Washington'un yayılmacı politikası, Meksika'nın büyük bir kısmını ele geçirmesini ve birçok Orta Amerika ve Karayipler ülkesine askeri birlikleriyle müdahale etmesini veya işgal etmesini sağlamıştır. Bugüne kadar hâlâ sömürge rejimi altında tutulan ada ülke Porto Riko'yu da bu şekilde ele geçirmişlerdir.

Başkan McKinley, Amerikan birlikleri 1899'da adayı işgal ederken şöyle demiştir: "Geçmişin yıkıntılarından doğan yeni Küba, güçlü ve benzersiz içtenlik bağlarından ötürü bizlere bağlı olmalıdır" ... "birlik bağları, organik veya klasik olacaktır, ama Küba'nın kaderi, ortadan kaldırılamayacak ve son derece meşru bir biçimde bizim kaderimize bağlıdır"...

Buna karşın, Kübalı yurtseverler İspanya'ya karşı 30 yıl kadar süren bağımsızlık savaşı boyunca ülkeye güçlü bir bağımsızlık ruhu kazandırdıkları için Amerikalılar adayı topraklarına doğrudan dahil etme planlarını gerçekleştiremediler ve bir diğer seçeneğe, adım adım ekonomiye nüfuz edip egemen olma seçeneğine yöneldiler. Adayı içerden ele geçirme politikası sonucunda ABD'nin ilhakçı bir girişimde bulunması an meselesi haline geldi. Küba'yı çıkarları için gerekli gördükleri takdirde askeri bir müdahalede bulunma hakkını aldıkları "Plat Kanunu" olarak bilinen bir kanunu onaylamaya mecbur etmişlerdi. Bu kanun, Küba ekonomisini ele geçirebilmelerini kolaylaştıran "Ticari Karşılılık Anlaşması" ile tamamlanmıştı. Yine şu an bir hapishane ve uluslararası işkence merkezine dönüşen Guantanamo Körfezi'ndeki askeri üsse, herhangi bir süre sınırlaması olmaksızın sahip olma hakkı da bu türden anlaşmalarla elde edilmişti.

Küba Devrimi'ni anlamak için geçmişte yaşanan bu olayların göz önünde bulundurulması gerekmektedir. 1959'da Fidel Castro, Sierra Maestra dağlarında gerillalarıyla birlikte yönettiği büyük halk isyanını sonucunda iktidara geldiğinde, Küba Amerika'nın yarı sömürgesiydi ve devrim 1868 yılında başlamış bağımsızlık mücadelesi sürecinin zirveye ulaştığı ve İspanya'ya karşı savaş açan yurtseverlerin "Ya Bağımsızlık ya ölüm" diye ilk kez bağırdıkları bir anda gerçekleşmiştir.

1959'da iktidara gelen Fidel Castro ve Halk Devrimi, Jose Marti'nin antiemperyalist düşüncelerine dayanmasından ve geçmişte yaşanan olaylardan ötürü tarihi bir sürecin devamı olmuştur. Biz Kübalılar, II. Dünya Savaşı'nın akabinde bazı Doğu Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, herhangi bir yabancı etki veya zorlamayla değil, aksine tamamen kendine özgü bir tarihsel süreci devam ettirerek bugünkü toplumsal ve ekonomik sisteme, yani sosyalizme hızlı bir şekilde ulaşabildik. Bu yüzden de SSCB ve diğer Avrupa ülkelerinde yaşananlar sonrasında dahi Küba'da sosyalizm hâlâ korunmaktadır.

Küba'daki sosyalizm, sadece bir sosyal adalet formülü değil aynı zamanda da ulusal bağımsızlığın bir garantisidir.

"Küba'da demokrasiye barışçıl geçişi teşvik programı" adı altında duyurulan yeni bir toprak ilhakı entrikası olan Bush Planı, ilhakçıların iki yüzyılı aşkın süredir düşündüklerinin aynısıdır. İmparatorluğun yöneticisinin bizzat yaptığı açıklamalara göre, Küba'daki mevcut siyasi sistemi yıkmak için her türlü yoldan çalışacaklardır. Aynı amaç uğruna, kamuoyuna bu yıl için 80 milyon dolarlık bir bütçeni tahsis edildiği duyurulmuştur ve tabii ki bunun haricinde de "muhalifleri", kaçakları ve hainleri satın almak için daha gizli kapaklı yollardan ayrılan diğer milyon dolarlık bir bütçe daha tahsis edilmiştir. Ayrıca aynı bütçeyle "bağımsız gazeteciler" satın almakta, propagandaları finanse etmekte ve diğer ülkelerin siyasilerinin "rızaları"nı bile satın almaktadırlar. Bu paranın bir kısmı, "National Endowment for Democracy" (Ulusal Demokrasi Vakfı) ve hatta "Sınır tanımayan Gazeteciler" gibi sözde örgütler aracılığıyla aktarılmaktadır.

Bush Planı ayrıca, Amerika Birleşik Devletleri'nin ulusal güvenliğiyle bağlantılı bazı çıkarlarını etkileyebileceği düşüncesiyle açıklamayı reddettikleri iki gizli ek içermektedir. Bunlar hangi konular olabilir? Planın duyurulan bölümüne dahil olmayan sadece iki konu vardır: 1) Ülkenin düzenini bozmak üzere terörist eylemler ve 2) Büyük ölçekte askeri bir işgal.

Her ne kadar özellikle mevcut yönetim çok maceraperest ve aptal olsa da hatta birçok örnekte bu tip yanlışlar yapıyor olsa da ABD yönetiminin yeniden bu tarz şiddet içeren formülleri uygulamaya kalkması hazin bir gelişmedir. . Buna karşın, Küba halkı, söz konusu politikalara karşı gelmeye ve her ne pahasına olursa bunun faturasını ödetmeye hazırdır. Zaten bu türden politikalara soyunanların bu bedeli ödemeyi göze almaları gerekecektir. Küba, 45 yılı aşkın bir süredir halk direnişine ve halkın mücadelesi kavramına dayanan bir savunma hazırlığı yapmaktadır.

Bu arada imparatorluğun saldırgan eylemleri ve planlarına karşı her geçen gün artan uluslararası dayanışmayı arkamızda hissettiğimizi de özellikle belirtmek isterim.