Yüz yıldır uyuyan dev doğrulursa

19. yüzyılın sonundan, yani ABD tekellerin devleti olduğunda bu yana hep kirli, kanlı, komplocu bir örgüt oldu. ABD demokrasisi denilen şey bu pisliği örten bir sıvadan başka bir şey değildi.

Ancak devlet son derece profesyonelce yönetiliyordu. Seçilen bir başkan tekellerin çıkarlarıyla çelişkiye mi düştü, suikasta ağzı sıkı dar bir çevre karar verir, katil diye sunulan kişi ve katilin katili öldürülür ve çift kapaklı buzdolapları dolu olduğu sürece hiçbir şeyle derinden ilgilenmeyen ABD halkı bu işi kurcalamazdı.

Şimdi çürümenin ve çözülmenin ulaştığı boyutta, düzenin “saygın” kurumları ve kişileri bile açıktan Trump’a dönük bir suikasttın gerekliliğinden bahsediyor.

En tuhafı ise, ABD’nin yıllardır dünyanın her yerinde uyguladığı, daha yeni Brezilya’da gerçekleşmiş, “renkli devrim” veya “kansız  darbe” diye adlandırılan yöntemleri kendi evinde düzenlemeye çalışması. Seçilen delegelerin fikir değiştirmesi, seçilmişe karşı imza toplanması, protesto gösterilerinin yapılması ve devirecek bir “yasal” yol bulunması çoktan devreye konulmuş gözüküyor. ABD’nin yarılan burjuvazisinde Soros gibi milyarderler görev başında…

Ama biz onlar tepişe dururken dikkatimizi, yüz yıldır baskıyla ve çift kapılı buzdolabıyla uyutulan deve, ABD işçi sınıfına çevirelim.

Son 25 yıla yayılan, nitelikli iş kaybı, düşük ücretler ve güvencesizlik bu devi kıpırdattı.

Tabi ki Trump’a verilen oyların önemli bir kısmı işçilerden geldi, ama biz önüne gelen manyaktan umutlanan işçilerden değil, tarihsel misyonuyla ilişkilenen sınıftan bahsediyoruz.

Evet, Sanders işçileri düzene bağlamaya çalışan bir sosyal demokrattı, fakat uzun yıllar sonra “sosyalistim” diyen bir aday bu kadar çok desteklendi.

Düşük ücretli ve niteliksiz, geçici işlerde çalışan bir çoğu doktoralı işçiler ise ülke çapında örgütlenmeye giderek önemli direnişleri gerçekleştirmeye başladılar.

Afrika kökenli vatandaşların polis tarafından öldürülmesinin tetiklediği yaygın ve şiddetli eylemlere katılanlar işçi sınıfının üyeleriydi. Aşağıdaki fotoğrafı 15 Temmuz günü sol haber portalına yazdığım yazı için seçmiştim ama malum darbe nedeniyle yayınlanmadı.

Muhakkak daha önce rastladığınız ve bu eylemler sırasında çekilen bu fotoğrafı çok sevmemin nedeni, sağlık emekçisi olan kadının vakur duruşunun, anlık bir güçsüzlüğe karşın işçi sınıfının tarihsel ve kaçınılmaz zaferine işaret etmesiydi.

Seçimlere sosyalizm programı ile katılan Sosyalizm ve Özgürlük Partisi ise bir oy patlaması yaşadı. 2012’de aldığı 2000 oyu katlayarak sadece sekiz eyalette seçime girmesine rağmen 60 bin civarı oya aldı.

Şimdi işçi sınıfının hangi olanaklara sahip olduğunu anlamak için tekrar Trump’a dönelim.

Trump’ın emperyalist hegemonya içindeki diğer emperyalist, kapitalist ülkelerle olan ve ABD’nin aleyhine gelişen ticareti kısıtlamaya çalışması ve daha ulusal bir ekonomi yaratması mümkün mü?

Bir kere kısa bir süre içinde tasfiye edilebilir, buna yazının başında değindik.

Burjuvazinin diğer kesimiyle uzlaşabilir ve önerdiği programı önemsizleştirebilir. Bu tabi ki mümkün. Burjuva siyasetinden ilkeli bir duruş beklemiyoruz herhalde.

Peki, ya seçim sırasında önerdiği yönde ilerlerse!

Burası çok önemli, çünkü işçi sınıfın öncü siyasetinin bütün dünyada neden çok iddialı olması gerektiğini bize anlatıyor.

Birinci ve İkinci Dünya savaşları öncesi savaşan emperyalist güçler, hiç bugün olduğu gibi birbirleriyle iktisadi olarak bütünleşmemişler, hiç bu kadar göbekten birbirlerine bağlanmamışlardı. Bu üretimin dünya çapında toplumsallaşmasına ve biri çökerse aslında diğerinin de çökeceğine işaret ediyor.

Ve bu toplumsallaşma düzeyinin ancak sosyalizmle yönetilebileceğine…

Yaklaşan çöküntü otomatik olarak iktidar anlamına gelmediği için dünyanın her yerinde işçi sınıfının iktidarı almak için hazırlık yapması ve geçen yüzyıla göre çok daha geniş coğrafyalarda sosyalizmin mümkün olabileceği iddiasının arkasını doldurması gerekiyor.