Yöntem sorunu toplumsal bir zeka özrü gibi yansıyor

Dünyanın önde gelen komünist ve işçi sınıfı partileri bir emperyalist saldırganlığı tanımlarken şöyle diyorlar: ABD’nin bir ülkeye, örneğin Suriye’ye dönük girişiminin altında o ülkenin zenginliklerine el koyma, doğal gaz hatlarını ele geçirme, madenlerini işletme, ülkeyi pazarları haline getirme amacı yatar.

Emperyalistler müdahalelerini, bir ülkeyi özgürleştirmek, demokratikleştirmek veya IŞİD’e karşı mücadele etmek için yaptıklarını söyledikleri için bu tanımlama çok haklı.

Ama günümüzde eksik, bu yüzden de doğru değil.

Bugün dünya çapındaki militarist stratejiyi gözetmeyen bir emperyalist yayılma ve müdahaleden bahsetmek mümkün değil.

Örneğin, Suriye doğal kaynaklarına baktığınızda öyle zengin bir ülke değil, ancak stratejik açıdan iki bloğun diplomatik kibarlığın altında ölesiye mücadeleye giriştiği bir odak haline geldi.

Aynı hatayı geçenlerde bu köşede yazdığım bir yazıda ben de yapmışım. “Kırk yıl sonra Kıbrıs bütünleşebilir mi?” başlıklı yazıda kısaca bugün Kıbrıs’ın bütün bir pazar oluşturmasının sermayenin lehine olduğunu yazmıştım, ama bir iki gün önce pazarlık masasında bir NATO, dolayısıyla bir ABD üssü olduğunu duyunca şaşırdım.

***

Şimdi bir de bu gözle 1 Kasım seçimlerine bakalım.

Erdoğan ve AKP eliyle Türkiye’de rejimin değişimi tamamlandığında, 2012’den itibaren başka bir rüzgar esmeye başladı. Restorasyon olarak tanımladığımız bu süreçte, Müslüman Kardeşler’i her yerde alaşağı ediyorlar, ayaklarına takılmaya başlayan ve toplumun yarısına düşman muamelesi yaparak sürekli bir ayaklanma hali yaratan Erdoğan’dan kurtulmayı amaçlıyorlardı.

Emperyalist yayın organlarında Erdoğan aleyhindeki yazılardan bir külliyat oluştu. Belki en önemli kanıt Almanya tarafından Erdoğan’ın casusları olarak tanımlanan üç kişinin tutuklanması oldu. Bu alan o kadar kirlidir ki kimse birbirinin casusuna, siyasi bir gerekçe olmadan dokunmaz.

Hikayeyi biliyorsunuz, halkın sola hızlıca açılan kanallarından korktukları için “tape”lerden, Fuat Avni’lerden dolaşıp 7 Haziran seçimlerinde bütün Amerikancı, liberal tayfa tarafından vaaz edilen taktik ileri sürüldü ve bu taktik sola bir şekilde bulaşmış kişilere sanki kendi akıllarıymış gibi hissettirildi.

Taktik; HDP’nin seçime kendi adıyla girip barajı aşması ve AKP küçülürken Erdoğan’ın iktidarının sarsılmasına dayanıyordu. Aynı zamanda bu şekilde Kürt siyaseti düzenin içine çekilecek, CHP ve küçülen AKP ile birlikte değişen rejimin liberal sürdürücülerinden biri olacaktı.

Düzenin bütün unsurları buna uygun davrandı. Hükümete bakan vermeler, AKP’nin kapısında koalisyon için beklemeler …

Ve 1 Kasım’a geldik. 

AKP ve Erdoğan sanki hiç restorasyon süreci işlememiş gibi muzaffer çıktı. Düzen siyasetleri ise bunu çoktan içlerine sindirmiş bir görüntü verdiler.

Merkel seçim öncesinde Erdoğan’ın ayağına kadar geldi. Üç casusu iki gün önce serbest bıraktılar. ABD fısıltıyla bazı insan hakları meselelerinden bahsederek AKP’yi kutladı.

Restorasyona ne oldu?

Eğer emperyalizm adına büyük bir suçu, bu denenmiş ve  kriminal kapasitesi bir çok kez sınanmış bir ekibe acilen işletmek istemeselerdi, böyle bir sonuç doğmazdı diye düşünüyorum.

Akla öncelikle, Ortadoğu’da yakında girişecekleri işlerden dolayı ülkelerini terk edecek milyonlarca mülteci için Türkiye’nin büyük bir toplama kampı haline getirilmesi geliyor.

Ama daha kötüsü var. AKP yetkilileri IŞİD’e karşı nasıl savaşacaklarını anlatmaya başladılar.

IŞİD bir kod. Bir bahane.

Ne olacağını görmek için çok beklemeyeceğiz sanırım.

***

Buradan iki önemli sonuç çıkıyor.

Utangaçça da olsa emperyalizmin eliyle bir dönemeçte özgürlük ve toplumsal kazanım elde edileceği fikri büyük bir yöntem sorunu olarak çökmüştür.

Ve bu yöntem sorunu yüzeye -biyolojik zekayla alakası olmayan- bir zeka özrü olarak çıkmıştır.

İkincisi; bu yöntem sorunu ve özürlülük hali, ancak işçi sınıfının siyasi öncüsüne yüzünü dönerek iyileşebilir.

Gün yanındaki ne yapacak diye bakmadan, ülkemizin, çocuklarımızın ve insanlığın geleceği için ileri atılma günüdür.