Üniversiteler ve solun aklı

2015’e tarihsel bir fırsat ile girdik. Bir yanda devletin hemen tüm unsurlarını tekelleştirmiş çok güçlü bir iktidar ve düzen doğal yollarla alternatifini üretemiyor, diğer yandan foyası çıkmış, alabildiğine yıpranmış bir siyaset. İktidarını gericileşmeden ve faşistleşmeden koruyamıyor, bunu yaptıkça daha çok meşruiyet krizleri doğuruyor.

Böyle bir tarihsel durum her devrimcinin rüyasını süsler, yaşanan anın kıymetini artırır, ödenen bedellerin kazanıma dönüşeceğini, düzenin kısır döngü zembereğinin kurulacağını bilir.

Bu koşullarda üç şey yapmaya çalışıyoruz.

Düzen siyasetiyle, kötünün iyisi de olsa bir alternatif üretmeden, solun öncülüğünde AKP’yi iktidardan indirmek için yarışıyoruz. Bunun için öncülük ve toplumsallaşma arasındaki gerilimi çözmek için hamle yapıyor ve eldeki gücü AKP’nin en zayıf noktasına yönlendiriyoruz.

İkincisi, solun bugüne kadar biriktirdiği klişeler, önyargılar ve sapmalarla uğraşıyor, ittifaklar ve reformizm arasındaki gerilimi çözmeye çalışıyoruz.

Üçüncüsü ise, böylesine bir meşruiyet krizinin sosyalist devrime açılacağının bilinciyle “Nasıl bir ülke, nasıl bir yaşam?” sorusuna yanıt arıyor, yanıtı toplumsallaştırmaya gayret ediyoruz.

Bahsettiğimiz tarihsel sorumluluğun alanlara yansıyan güzel bir örneği, Üniversite Konseyleri Derneği tarafından düzenlenen ve 17 Ocak’ta Ankara’da toplanacak olan “Bilim Emekçileri Kurultayı” .

Kurultay’da bilim emekçilerinin AKP iktidarı altında yaşadıkları gözden geçirilecek ve mücadele için bir yol haritası belirlenecek.

Ancak bu kadar basit değil, mücadele yolu ideolojik ve hala sola aitmiş gibi gözüken engellerle dolu.

Bunlardan en arkaik olanı, “Özerk, demokratik üniversite mücadelesi”. Yeni versiyonu ise Eğitim-Sen broşürlerinde dillendirilen “demokratik özyönetim”.

1990 sonrası piyasalaştırma, özelleştirme furyasında “özerk üniversite”yi nasıl kullandıklarını, kendi kaynağını, dolayısıyla “müşterisini” yaratan, toplumsal sorumluluklardan arınmış, bir piyasa unsuruna dönüşmüş üniversiteyi nasıl inşa ettiklerini çok iyi biliyoruz. Hala bu süreç tam anlamıyla tamamlanmadı ve saldırı sürüyor.

Ancak “özerk, demokratik üniversite” piyasalaştırmanın bir taktiği olmasının dışında sol akıl açısından önemli sorunlar barındırıyor. Belki bu sloganın 1960’larda, kamucu, kalkınmacı, sosyal devletçi modelde bir anlamı vardı. Öyle bir an tanımlanıyordu ki, kapitalizmin içinde bilim emekçilerinin daha özgür olduğu, bilimin özgürce yapılabildiği, ünivesite geleneklerinin yerine oturduğu ileri bir tarihsel an gerçekleşecek.

Bu düzen içinde tanımlanan aşamacı hedefe, düzenin yanıtı 12 Eylül faşizmi ve 1402’likler oldu. Bu ve sonraki yenilgiler tabi ki bir tezin yanlış olduğunu göstermez, ama başka birçok kanıtla birlikte bir yöntem sorunu ile karşı karşıyayız.

Eğer emperyalist sistem, zincirindeki irili ufaklı bütün parçaları ile birlikte bir çürüme içindeyse ve bunu üretici güçlerin gelişmesinin boğulmasıyla kendisini gösteriyorsa –ki örneğin işsizlikten dinci gericiliğe, faşizmden savaş tehlikesine kadar bunun göstergesidir- kapitalizmin içinde bundan sonra herhangi bir mekan ve zamanda bilim üretiminin özgür olduğu bir an olmayacaktır.

Tarihselci yöntemin dışında her düşünüş biçimi sorunludur. Eğer üniversitelere ilişkin bir öneride bulunuyorsanız, bunun maddi temelini açıklamak zorundasınız. Hangi mülkiyet, hangi üretim ilişkisi, hangi sınıfın iktidarı … Bu maddi temeli açıklamayan her öneri kapitalizm içidir ve reformizmin güncel yansımasıdır.

Ancak tarihselci olmak yeterli değil, bilim üretimi ve bilim emekçileri ilişkisinde yöntemi derinleştirmek ve geliştirmek gerekiyor.

Bunun için bütün üniversite bileşenleri Kurultay’a katkı yapmak üzere davetlidir.

***

Not: Bilim Emekçileri Kurultay’ı ile iletişim için [email protected] ile yazışılabilir.