Türkiye’deki en yaygın ahlaksızlık: Amerikancılık

Yıllar önce bir gazete satışında bir beyle ayaküstü konuşmuştuk, entelektüel biriydi ve sola bir düzeyde sempatisi vardı. Ancak NATO’dan ve ABD yörüngesinden çıkmayı gerçekçi bulmuyordu.

Bu “gerçekçilik” birçok insan için gizli ya da açık bütün çözülmelerin, topluma ilişkin umutsuzluğun, bencilliğin ve en nihayet düzene bağlanmanın kritik noktasıydı.

Bizim ABD emperyalizminden kurtulma hedefimiz ise sadece ilkesel bir duruş değildi, eninde sonunda ABD’nin Türkiye’yi bir felakete sürükleyeceğini biliyorduk. Bu noktaya gelmiş olmamız bir açıdan çok acı, ama başka bir açıdan düzenden geniş bir kopuş için olanaklar sunuyor.

Gelinen noktaya bakın, Amerikan darbesi Cemaat aracılığı ile yapıldı. Herkes Cemaat’e uçuk kaçık fikirlerin arkasında on binlerce kadro birikmiş diye yükleniyor. Ya Cemaat’i yıllar önce kullanmaya karar veren, onu uluslararası bir casusluk örgütü haline getiren ABD…

Hükümet ABD’den Gülen’in iadesini istiyor, neden Obama’nın, Bush’un, şimdiki ve geçmiş CIA başkanlarının, Ortadoğu sorumlularının iadesini istemiyor? Çetenin nerede başlayıp nerede bittiği belli değil ki!

Ancak bu sermaye düzeni içinde Amerikancılık en yaygın ahlaksızlık olarak kendini var etti. Kimler Amerikancı değil ki? AKP Türkiye sermaye sınıfının yanı sıra bir ABD projesi olarak kurulmadı mı? AKP’liler sürece o kadar güveniyorlardı ki 2000’lerin başında ABD öncülüğünde bölgeye yeniden şekil verileceğini ve kendilerinin fırsatçı bir aktör olarak işbirliğine soyunduklarını söylüyorlardı.

CHP ise asla örneğin NATO’dan çıkmayı gündemine almadı, bugüne kadar büyük bir bilinemezcilikle üstünü örttü.

Bölgeye ABD nasıl şekil veriyormuş ama, Irak ve Suriye’nin haline bakın! Türkiye’de son iki yıl içinde –artık kanıksanan- bomba ile parçalanan yüzlerce insanı hatırlayın.

Ve şimdi herkes evinde hafif bir tedirginlikle bekliyor, Erdoğan’a ABD ne zaman suikast yapacak, ne zaman NATO’cu subaylar ve açığa çıkmayan Cemaatçi askerler yeni bir darbe için hazır hale gelecekler diye. Siyasiler, bürokrasi, medya ve sermaye buna göre hiza almaya hazır.

Bu rezaleti, bu ikiyüzlülüğü Türkiye’de emekçi sınıflar sineye çekmek zorunda değil. Türkiye’de işçi sınıfının siyasallaşması, ABD emperyalizmi karşıtlığı ile yükselmek için tarihsel bir fırsat yakalamış durumda.

Ayrıca “Gerçekçi” olan Amerikancılığın başka bir zaafı daha tarih içinden süzülüp geldi.

ABD emperyalizmi güç kaybediyor.

ABD’nin CİA aracılığıyla yönettiği darbe girişimlerinin bir listesini bulabilir miyim, diye baktım. 1949 sonrası 36 darbelik bir listeyle karşılaştım. İçinde 12 Mart ve 12 Eylül Darbelerini göremeyince, listenin en az iki üç kat kabarık olduğunu tahmin ettim. Gerçi bu olguyu hepimiz biliyoruz, burada saptanması gereken, eskiden yağdan kıl çeker gibi kolayca yapılan Amerikan darbelerinin son yıllarda başarısızlık oranının artmış olması. Örneğin, 2002’deki Chavez’e karşı yapılan darbe çok kısa bir süre içinde geri dönmüştü.

Şimdi 15 Temmuz başarısız ABD darbelerine eklendi.

Öte yandan özellikle 1990’dan sonra ABD’nin darbelerden çok “renkli devrim” teknolojisine döndüğü görülüyor. Sosyal bir huzursuzluğa maddi destek verme, gençleri iletişim teknolojilerini kullanmaları ve korkuyu yenmeleri için yetiştirme, medya desteği sağlama vb. öne çıktı. Yine, Amerikancı savcı, polis, medya, siyaset dörtgeni de önemli bir kansız darbe teknolojisi olarak üretildi.

Ancak bu girişimlerin birçok yerde başarısızlığa uğradığı görülüyor. Eğer bugün ABD çıkarlarından bağımsız bir politik hatta sahip devletler varsa, bunun nedeni Amerikancı renkli devrim girişimlerinin başarısız olmasıdır. İran, Çin ve Rusya da bu listeye dâhil.

Türkiye’de ABD’den, akılsız ve çaresiz kaderimizden kurtulmak istiyorsak, Türkiye sermaye sınıfından ve Amerikancılığın kardeşi olan emekçi sınıfların iktidarına olan inançsızlıktan kurtulmamız gerekiyor.

Türkiye’nin en yaygın ahlaksızlığından sıyrılmak için umarım 4 Eylül mitingi bir milat olur.