Türkiye sermayesinin bir eğilimi: Yayılmacılık

Afrin’e dönük askeri operasyon solda etraflıca ele alındı. Aydemir Güler, İlker Belek, Kemal Okuyan olaya etki eden birçok faktörü iyi bir denge içinde ele aldılar.

Gerçekten bu olayın tek bir nedeni yok ve yüksek matematik gerektiren karmaşık bir siyasi denklemi bulunuyor. Suriye’de sürece müdahil olan emperyalist güçler ve Suriye devleti, İran, Türkiye gibi bölgesel güçler arasındaki açık, gizli görüşmeler, sürekli değişen taktikler olaya yön veriyor. AKP’nin Türkiye’de savaş nedeniyle yaratılan siyasi atmosferle iç politikaya hâkim olmak istemesinin de yeri olduğu açıkça görülüyor.

Bu yazıda ise bu olayı tek başına açıklamaya yetmeyecek ama konuyu kavramak için denklemde yer almasının yararlı olacağını düşündüğüm bir eğilimi ele alacağız.

Türkiye sermayesinin yayılmacı eğilimi…

Burjuva devrimiyle iktidara gelen bir sermaye sınıfının ilk yapacağı iş iktidarını eski egemenlere karşı pekiştirmesi, ulusal bir pazarın kurulması ve serbest emek gücünün pazar içinde devinmesini sağlamasıdır. Sonra kaçınılmaz olarak gözünü ulus ötesine diker. Özel mülkiyet tutkusu, sömürü hırsı ve sermaye ihracı nedeniyle bu sınıfın doğal özelliğidir.

Eğer bunu yapamıyorsa, zayıf olduğu ve diğer ulusların sermaye sınıflarının yayılmacı arzularına engel olamadığı içindir.

“Yurtta barış, dünyada barış”...

Bu belgi tabii ki kıymetliydi. Yok olmaktan son anda kurtulmuş, sırtını Sovyetler Birliği’nin dostluğuna yaslamış ve İngiliz emperyalizminin bir köpek balığı gibi etrafında dolaştığı bir egemen sınıfın iktidarını pekiştirmesi için üretilmişti. Ancak bu belginin kalıcı olması sınıfın özelliği nedeniyle mümkün değildi.

İkinci Kıbrıs Harekâtı ile Kıbrıs’ın bölünmesinin Ada’daki ilerici birikime karşı bir ABD-İngiliz emperyalizminin tuzağı olduğu biliniyor ama Türkiye sermayesinin yayılmacı eğilimlerini de okşamıştı.

1990’ların başında Sovyetler Birliği’nin çözülmesiyle birlikte Türki Cumhuriyetler olarak adlandırılan eski sosyalist Cumhuriyetler’i hem kapitalist sistemle bütünleştirmek hem de o bölgede bir hegemonya alanı oluşturmak için Türkiye sermayesi büyük bir çaba sarf etti. Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı, Türk Ortak Pazarı, Ortak Türk Alfabesi vb. Türkiye sermayesinin her bakımdan gücünün yetmediğine ve bu yayılma sürecinin nasıl başarısızlıkla sonuçlandığına tanıklık ettik.

90’lı yılların ikinci yarısında ise Cemaat’in yurtdışı bağlantıları Türkiye sermayesinin yayılmacılığının temel unsuru oldu. Özal’dan Demirel’e, Ecevit’ten Erdoğan’a hepsinin Cemaat’i desteklemesinin altında o zaman tartışılmaz olan Amerikancılık varsa bir diğeri de sermayenin yayılma arzusuydu. Cemaat’in yoksul ülkelerde sadece ABD’ye değil, Türkiye sermaye sınıfına da ajan devşirdiği kabul ediliyordu. Türkçe Olimpiyatları vb. bir devlet organizasyonu gibiydi.

2008’den sonra hem Türkiye sermayesi bariz bir şekilde sermaye ihraç etmeye başladı hem de ABD’nin yükselen emperyalist rekabette her zaman Türkiye sermayesinin lehine çalışmadığı fark edildi. Örneğin biraz sonra bahsedeceğimiz yayılmacılık için gerekli olan yerli silah üretimini Cemaat’in baltaladığına dair çok veri var.

Cemaat bir şekilde tasfiye edildi, en azından güçten düştü.

Şimdi yayılmacılığın durumuna bir kez bakalım. Türkiye’nin Somali’deki askeri üssü geçen sene sonbaharda açıldı. Bu ülkede Türkiye sermayesinin çok sayıda yatırımı olduğu biliniyor. Somali ordusu Türkiye tarafından eğitilecek.

Katar’daki üssün de beş bine kadar asker barındıracağı söyleniyor. Gerçi Katar’daki askeri üs salt yayılmacılık olarak okunamaz, Katar sermayesiyle Türkiye sermayesinin bütünleşme sürecine bakmak gerekiyor. Bir yerde bu üs Katar sermayesini korumak için de işlevli.

Son olarak Sudan’da ileride askeri parçası da olacak bir imtiyaz alanından bahsediliyor. Burjuva basını bunu Basra Körfezi, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu’nda “Türk Üçgeni” olarak lanse etti.

Ya askeri projeler. “Yurtta barış, dünyada barış”ın yerine “Güçlü Ordu, Güçlü Türkiye” sloganı geçti.

2020’lerin başında Türkiye donanmasının amiral gemisi olacak gözüyle bakılan ve şu anda inşa halinde olan helikopter gemisi TCG Anadolu, bazı uçakların da inip kalkmasına uygun ve zırhlı araçlarla birlikte bir tugay askeri taşıyabiliyor. Buna eşlik edecek birçok çıkartma gemisi de inşa ediliyor. Bunun Türkiye güvenliği ile nasıl bir ilişkisi olduğunu bilen izah etsin.

Son olarak Suriye'ye dönersek, henüz ABD Suriye’yi işgal etmemişken ve Suriye’deki Kürt siyasetleri ile ilişkisi bu kadar doğrudan değilken de Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde uçuşa yasak bölge istiyordu. Bu Suriye devletinin egemenlik alanı dışında Türkiye tarafından desteklenen gerici kuvvetlerin aracılığıyla bir hegemonya alanı yaratmak anlamına geliyordu.

Sınıfsal olarak bakılmayan hiçbir olay anlaşılamaz. Savaştan öncelikle Türkiye işçi sınıfına düşen grev yasağı oldu. Daha sonra çok büyük güçlerin çarpışacağı bir ortamda sermaye sınıfının bu hırslarıyla Türkiye emekçi sınıflarını bir yıkıma sürükleme riski büyüyor.