Tarih günümüze ışık tutuyor

Stefan Zweig neden Fransız devrimini anlatmak için Marie Antoinette’i ve Josephe Fouche’yi seçmiştir bilmiyorum. Örneğin Ekim Devrimini anlatmak için Kerenski veya Çar 2. Nikola’yı mı seçerdiniz, yoksa Lenin’i veya Krupskaya’yı mı? Bu seçim sınıfsal bir tercihin ürününe benziyor.

Ama bunu bırakalım, çünkü Zweig’ın bu kitapları Fransız Devrimini anlamak için olağanüstü bir olgu zenginliğini bir belgesel film tadında sunuyor. Tarih ile haşır neşir olan hiç kimse bu anlatının çekiciliğinden kurtulamaz.

Bu olgu nehri içinde iki olayı günümüze ışık tuttuğu için ele alabiliriz.

Bunların ilki bütün çürümüşlüğüne ve adaletsizliğine rağmen halkın devrimin ileri günlerine kadar Kral ve Kraliçe’ye bağlı kalmasıdır. Devrimden kısa bir süre önce prensin doğumu ile Paris halkı büyük bir sevinçle ayağa kalkmış, çeşmelerden şarap akmış, bütün loncalar Kral ve Kraliçe’nin önünden mesleklerini simgeleyen gösterilerle geçit töreni yapmış, şerefine şiirler piyesler yazılmıştır.

Devrimin ilerleyen günlerinde bile “Yaşasın Kral” sloganının “Yaşasın Cumhuriyet”e dönüşmesinde dalgalanmalar kendini gösterir. Her iki sloganı da atan ve alanları dolduran aynı halktır ve “Yaşasın cumhuriyet”in galebe çalmasını sağlayan devrimci örgütlerin kararlılığı olmuştur.

Günümüz Türkiye’sinde veya herhangi bir kapitalist ülkede ise her yönüyle çürüyen ve yarattığı adaletsizliği taşıyamaz hale gelen düzeni kutsayan sloganın “Yaşasın sandık, yaşasın parlamento, yaşasın istikrar” haline geldiği görüyoruz.

Ancak egemenler kitlelerin bu sloganların peşinden sürüklendiğine hiç güvenmesinler, tarihten öğrendiğimiz şey çürüyenin ve zamanı dolanın tarih sahnesinden çekildiğidir. Bugünün sandığa akan ve parlamento aritmetiği içine hapsolan yığınlar, bir süre sonra “Yaşasın sosyalist cumhuriyet” diyerek alanları dolduracaktır.

İkinci olay ise, Zweig’ın başarılı bir biçimde sunduğu tarihçileri bile çelişkiye düşüren Mirabeau portresidir. Mirabeau 1789 Devriminin kahramanı, devrimin yılmaz savunucusu ve Ulusal Meclisi adeta tek başına yöneten lideridir. Ancak öncesinde skandallarla dolu bir yaşamı ve buradan arta kalan büyük borçları vardır. Bir noktada kendini Kral’a satar ve dünyanın en rezil oyunu Ulusal Meclis’te sergilenmeye başlar. Bir yandan Mirabeau Meclis’te Kral’a karşı milleti savunmakta, bir yandan geceleri Kral ve Kraliçe’ye tavsiye mektupları yazmaktadır. Mektuplarda siyasi dehasıyla bir kaos yaratmaktan ve böylece devrimi defetmekten bahseder.

Mirabeau’nun satılmış olduğunu ilk söyleyen Marat olmuştur ama çok kulak asılmamış 1791’de doğal bir nedenle ölünce büyük bir törenle Panteon’a gömülmüştür. Ancak kısa bir süre sonra mektupları ve ikiyüzlülüğü ortaya dökülecek, henüz etlerinden arınmamış kemikleri kadavra çukuruna dökülecektir.

Mirabeau’nun karakterindeki özel satılmışlık, burjuvazinin gericilik döneminde bütün parlamentoların karakteri haline gelecektir. Halka hizmet için seçilenler ruhlarını çoktan sermaye sınıfına satmışlardır.

Bunun en ibret verici örneğini bugün Mecliste yaşananlar canlı bir şekilde yüzümüze vuruyor. Sadece birkaç üyesi, 17 Aralık’ta ismi öne çıkanlar değil, Türkiye’nin yakın geçmişindeki bütün unsurlarıyla en büyük suç örgütü olan AKP’yi iktidardan indirmek için seçime giren partiler şimdi onunla koalisyon hükümeti kurmak için sıraya dizildiler. MHP ve CHP Mirabeau’nun sarayın bahçesinde Marie Antoinette ile gizlice buluşması gibi AKP ile görüşüp işi pişiriyorlar, HDP ise müzakere sürdüğü sürece bütün koalisyonlara razı.

Bu meclisten bir şey umamazsınız, bir şey isteyemezsiniz, bir yerine eklenemezsiniz. Emekçi kitlelerin yüzünü buraya çevirmesi tükenmiş bir otokrasinin son iyilik halini yansıtan ve havada asılı kalıp serbest düşüşe geçecek olan “Yaşasın Kral” sloganına benziyor.