Sermaye sınıfı ile Erdoğan ve Kılıçdaroğlu’nu birbirine ne bağlıyor?

Siyasetin, çıkarlarını temsil ettiği sınıftan görece bağımsız bir alana sahip olduğunu az çok bu işle uğraşan herkes bilir. Ama çubuğu, darbe girişimini ve sonra yaşananları daha iyi anlamak için, sermaye ve siyaset arasındaki doğrudanlığa bükmeye çalışacağım.

İki gün önce, Ali ve Ömer Koç, Saray’da Erdoğan’ı ziyaret edip 40 dakika süreyle sohbet ettiler. Eğer Koç’lar kendini korumak isteyen Erdoğan’a uçaksavar ve zırhlı araç satmayı amaçlayan seyyar satıcılar değilse, bu ziyareti bir yere oturtmak gerekiyor.

Türkiye sermaye sınıfı siyasi olarak Türkiye’nin emperyalizme entegrasyonunun arkasında durdu ve Türkiye ile birlikte dönüşerek bütün dünyaya sermaye ihraç eden, sadece Türkiye’deki işçileri değil, ulaşabildiği her yerde işçileri en acımasız koşullarda sömürmeyi amaçlayan bir sınıf haline geldi. Artık gümrükle korunan bir Türkiye pazarına mahkum değildi, yakın coğrafyalardaki bütün pazarlara gözünü dikti.

Koç Tekeli tabi ki tek değil bu alanda, birçok Türkiye kökenli tekel benzer bir davranış biçimi gösteriyor. Koçlar belki daha büyük olduklarından verilerine daha kolay ulaşılıyor ve yeni sermaye birikim modelinde örnek olarak ele alınmaları konuyu anlamayı kolaylaştırıyor.

Sermaye sınıfının neden ABD emperyalizminden kopamadığını fakat çıkarlarının onları nasıl Rusya ve Çin’e doğru sürüklediğini anlamak için birkaç örnek verelim.

Bundan birkaç ay önce Ali Koç Ford Otasan Yönetim Kurulu adına yaptığı konuşmada, Rusya ile gerilimin planlarını sekteye uğrattığını, ürettikleri yeni çekici kamyonu satmayı planladıkları 50 ülke içinde en önde olanın Rusya olduğunu söylemişti. Bu gerilimden doğrudan zarar gördükleri, Erdoğan’ın Rusya ziyaretinden sonra pazarın onlara ve diğer tekellere açılacağı aşikâr.

Yine çok kısa bir süre önce, Koç tekelinin Pakistan’da yaptığı yatırıma göz atmak da öğretici olacak. Arçelik Pakistan’da beyaz eşya üreten ve üç fabrikada toplam 3 bin işçi çalıştıran bir şirketi satın aldı. Böylece yüksek sömürü oranı ile yurt dışında çalıştırdığı işçi sayısı 30 bine ulaştı.

Muhakkak başka faktörleri de göz önünde bulundurmak gerekir ama Koçların ve diğer Türkiye tekellerinin Pakistan yatırımları ile Pakistan’da Cemaat okullarının baskı altına alması arasında bir bağ olmalıdır. Erdoğan’ın daha 2014’te Türkiye’yi ziyaret eden Pakistanlı yöneticilere Cemaat okullarını kapatması için baskı yaptığı biliniyor.

Cemaat sadece Cizvit tarikatı gibi gerici ve gizli bir yapıya sahip değildi, sadece CİA’ya paravanlık yapmıyordu, aynı zamanda bir kapitalist tekel olarak örgütlenmişti ve el attığı bütün ülkelerde bir zehirli sarmaşık gibi yayılıyor ve diğer tekellerin ülkeye girmesine engel oluyordu.

Erdoğan’ın ABD’yi rahatsız edecek kadar Rusya’ya yaklaşmasına ve Cemaat’i geriletme isteğine bir kez de bu cepheden, sermayenin çıkarları açısından bakmak gerekiyor.

Bütün dünya, kapitalizmin genel krizi içinde emperyalist devletler arasında işçi sınıfına hiçbir yararı olmayan bir yeniden paylaşım sürecine tâbi tutuluyor. Türkiye bu çalkantının içine pragmatik, ilkesiz ve gerici bir sermaye sınıfının boyunduruğunda sürüklendi.

Böyle bir sermaye sınıfının temsilciliğini yapan yalnızca Erdoğan mı? Kılıçdaroğlu’nun Taksim mitinginde okuduğu, sonra Yenikapı’da tekrarladığı Manifesto’ya ne dersiniz?

Manifestoda bir kez bile emperyalizmin, bir kez bile ABD’nin adı geçmiyor, bir kez bile darbeden sonra Türkiye’ye gelen ABD Genel Kurmay Başkanı’na “Ne güzel delmiş sizinkiler parlamentoyu!” demiyor. Bir kez bile emekçilerin kaybettiklerinden, çalınmış yaşamlarından bahsetmiyor, ama on maddede on kez “demokrasi” tekrarlanıyor.

Yenikapı mitinginde “demokrasi” kavramının sömürü düzenini kodladığını iyi bilelim ve manifestonun birkaç maddesinde demokrasiyi sömürü düzeni ile değiştirelim:

“Bütün siyasi partiler darbe girişimine karşı çıkmış, sömürü düzeni konusunda Türkiye’de tartışmasız ortak payda oluşmuştur.”

“Her türlü darbeye ve parlamenter sistemin üzerindeki her türlü vesayete karşı çıkmak, sömürü düzeninden yana olanların bu ülkeye namus borcudur.”

Uzatmaya gerek yok, isteyen devam edebilir.

“Gericiliğe, emperyalizme ve darbelere boyun eğmeyiz” diyen ve sömürü düzeninde paydaş olmayanların 4 Eylül’deki miting çağrısına selam olsun.