Seçmenler için kılavuz

AKP’nin ve Erdoğan’ın iktidar hırsı için döktüğü kandan göz gözü görmüyor. ABD ile yapılan gizli, açık anlaşmalar süreci daha da karmaşık hale getiriyor ve Türkiye’yi emperyalist ajandanın içine yerleştiriyor.

Bu ağır koşullarda 1 Kasım’da gerçekleşecek erken seçime doğru ilerliyoruz. Bu kadar karmaşık ve sisli bir süreçte seçmen için ne yapması gerektiğini yalınlaştıran bir kılavuz önereceğim.

AKP’nin rejimi değiştiren parti olduğu defalarca yazıldı. Rejimi değiştiren parti olduğu için başındaki Erdoğan’ın sermayenin ayağına dolanacak kadar güçlendiği de söylendi.

Türkiye’nin bir din devleti haline gelmesi, sınırlarını korumak yerine her türlü saldırgan emperyalist komploya bulaşma eğilimi rejim değişikliğinin başlıca  özellikleriydi. Ancak rejim değişikliğinin altında yatan temel olay bir mülk devri süreciydi. AKP öncesinde, sermaye egemenliğine rağmen üretim araç ve nesnelerinin önemli bir kısmının mülkiyetinin tüm topluma ait olduğunu bir dönemi yaşadık.Topluma ait bu mülk Özal’dan beri yapılan bütün hazırlıklarla AKP döneminde sermaye sınıfına devredildi. Bu Türkiye tarihinin gördüğü en büyük soygundu.

Şimdi aşağıdaki tabloya çok hızlıca bir göz atıp kaldığımız yerden devam edelim.

Tablo1: AKP tarafından özelleştirilen başlıca kamu işletmeleri:

Mülkün yabancı veya yerli sermayeye devredilmesinin bir önemi olmadığını, aradaki farkın anlamsızlaştığını bir çok kez vurguladık. Önemli olan bir kez özelleşmesidir, yaşanan deneyim devredilen mülkün hisse senedi paylaşımlarıyla kısa bir süre içinde uluslararası tekellerin eline geçtiğini göstermektedir.

Bunun dışında yerli/yabancı sermaye yatırımları ile Türkiye’de enerji, sağlık, finans sektörleri büyük ölçüde sermayeye devredilmiştir. Örneğin, elektrik kesintilerinden Artvin’deki sel felaketindeki ölümlere, enerji sektörünün %60’ı aşan oranlarda özele devredilmiş olması sorumludur.

Mülk devri basit bir iktisadi olay olarak görülemez, rejim değişikliğinin başlıca özelliklerinden hukuksuzluk ve keyfi yönetim tamamen bunun ürünüdür. Danıştay’ın devre dışı kalması, kanunsuz Saray’a hiç bir yasanın işlememesi, seçim sonrasında Anayasa’nın Erdoğan tarafından bu kadar ihlal edilmesi ve muhalefetin bunu bu kadar yumuşak karşılaması hemen tamamen bu şekilde değerlendirilmelidir. Çünkü (yabancı) sermaye kendi mülkünü kanunlara bağlı kalarak yönetmek istememektedir, yağma ve sömürüde keyfiyet esastır. Erdoğan’ın kanunsuzluğu mizacında değil, rejimin asli iktisat politikasında aranmalıdır.

Bu coğrafyada tekrar emekçi sınıflara mülk devri olmaksızın, bir daha ne kanun, ne anayasa, ne barış, ne egemenlik, ne bağımsızlık olacaktır. Artık düzenin içinde geri dönüşümsüz bir evreye girilmiştir.

Şimdi seçim kılavuzuna gelebilir ve partileri mülk devri kıstasına göre değerlendirebiliriz.

AKP’yi geçelim, zaten mülkü devreden ve komisyonu cebine indiren partidir.

CHP’nin, Haziran seçiminde sermayeye mülk devri için yolu açan Derviş’e nasıl sahip çıktığı ve megakent diye nasıl serbest bölgeleri önerdiği hatırlanırsa seçmenin aklı yerine gelecektir. CHP bırakın geri almayı, sermayeye mülk devrini sürdürmeyi programının başına yazmıştır.

MHP’ye gelince, aslında MHP bir parti bile değildir. Kürt düşmanlığına da bakmayın, kendini konsolide etmesine rağmen, bir iç savaşa yol açabilecek kritik dönemeçlerde kitlesini tutmuştur. MHP’nin özelliği, eğer bir gün sermayeye devredilen mülkü işçi sınıfı geri almak isterse buna karşı savaşacak NATO’ya bağlı paramiliter bir örgüt olmasıdır.

Peki HDP? Programında kamulaştırma yoktur, müzakere sürecinde gündemde hiç değildir. Ulusal kurtuluşun bir aracı olarak özerk bölgeleri görmeleri belki bir açıdan anlaşılabilir. Ancak emperyalizmin bir yağmaya dönüştüğü çağımızda küçük ve yerel olanın direnme şansı olmadığını defalarca yazdık. Tersine Kürtlerin özgürlüğü ancak kamusal bir mülkün merkezi planlamayla yönetildiği günlerde mümkün olacaktır.

Buyrun size bir seçmen kılavuzu …

Bu kılavuz şunu söylemiş oluyor, tamam seçimlerde mülk devrini tersine işletecek  işçi sınıfı siyasetine oy verelim, ama bu yetersiz kalacaktır. Sorun her yerde, her fabrika ve işlikte, her okul ve mahallede örgütlü ve birlikte davranabilen devrimci bir sınıf yaratabilmekten geçiyor.

Bir çağı kapatırken yapılabilecek en anlamlı, en heyecan verici işten.