Japonya ABD’nin “yalnız”lığını giderebilecek mi?

Geçen gün Küba’ya ABD tarafından uygulanan insanlık dışı ablukanın kaldırılması için Birleşmiş Milletler genel kurulunda bir kez daha oylama yapıldı. Geçen sene 57 yıldır acımasızca sürdürülen ablukanın kaldırılmasında ilk defa ABD çekimser oy kullanmıştı. Bu yıl ise dünyadaki bütün devletlerin temsilcileri ablukanın kaldırılmasından yana oy verirlerken sadece ABD ve İsrail ret oyu verdi. ABD’nin önceki yıllarda satın aldığı birkaç yoksul ada ülkesi bile buna tenezzül etmedi.

Oturum esnasında ABD'nin temsilcisi yaptığı konuşmada, "Küba halkı insan hakları ve temel özgürlüklerinden mahrum bırakıldığı sürece, ABD bu platformda ya da nerede olursa olsun yalnız kalmaktan korkmuyor. İlkelerimiz bir oy için satılık değil" dedi.

Bir yandan öyle bir şey söylemiş ki Sol Portal okuyucusun düzeyi göz önünde bulundurulmasa insan ağzından her şeyi kaçırabilir. Ama kendimizi tutup çok komik ama gülemediğimiz bu lafın, yüzyıldan fazladır dünya emekçi halklarına karşı işlemediği suç kalmayan ABD burjuvazisinin salakça bir hezeyanı olduğunu söylemekle yetinelim.

Öte yandan da Temsilci gerçeği söylüyor ve emperyalist dünyada ABD’nin yalnızlaştığını itiraf ediyor. Birçok ülke emperyalist sistem içinde taraf değiştirirken ABD’yi en çok yalnızlaştıran Almanya’nın geliştirdiği dış politika gibi gözüküyor. Almanya İran ile varılan nükleer enerjinin kullanımına ilişkin anlaşmanın tek taraflı olarak ABD tarafından bozulamayacağını ve kendilerini bağlamadığını bildirdi. Hemen bundan önce de ABD’nin Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’ne karşı açacağı bir savaşa katılmayacağını açıklamıştı.

Ve yılların yalnız devleti İran’ın dini lideri Hamaney Putin’e “Bizim işbirliğimiz ABD’yi yalnız bırakır” deyiverdi.

Şaşırtıcı ama gerçek, özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra askeri, mali ve iktisadi gücüyle emperyalist sistemde bütün devletleri arkasına toplamış olan ABD’nin yalnızlığından bahsediliyor.

Trump 3 Kasım’da dünyanın emperyalist sistemdeki çelişkiler açısından en sıcak bölgesi haline gelen Çin Denizi etrafındaki ülkelere, Japonya, Güney Kore, Vietnam, Filipinler ve Çin’i kapsayan gezisine başladı. İmparatorun geldiğini duyuran borazanlar gibi, ziyaretten önce nükleer silah taşıyabilen hayalet uçaklar ve B-1 bombardıman uçakları bölge üzerinde uçarak gövde gösterisi yaptılar.

ABD’nin bu bölgede Çin’e karşı anlamlı bir ittifak yapabileceği tek ülke dünyanın dördüncü büyük ekonomisine sahip olan Japonya olabilir.

Ancak sorunlar var:

Japonya 2008 krizinden sonra toparlanamamış ve durgunluktan çıkamamış gözüküyor. Örneğin büyüme oranı 0,6 gibi seyrediyor. Kapitalist dünyada krizin göstergelerinden olan borcun ulusal gelire oranı aşağı yukarı %100 gibi bir değere yaklaşırken, bu parametrede %250 ile Japonya adeta şampiyon haline geldi.

Diğer bir sorun ise Japonya’nın sanayi gücü göz önüne alındığında askeri gücünün çok zayıf olması. İkinci Dünya Savaşı’nda yenilen Japonya, Anayasa’sına koyduğu 9. Madde ile silahlanmayacağı ve diğer ülkelere savaş açmayacağını garanti etmişti.

2012’den bu yana iktidarda olan Shinzo Abe Anayasa’nın bu maddesini değişmesi ve Japonya’nın tepeden tırnağa silahlanmasının gerektiğini savunuyor. Bunun için hem ülkenin zor durumda olan ekonomisine silah üretmenin iyi geleceğini iddia ediyor, hem de Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin kendisini korumak için geliştirdiği füze sistemlerini medya aracılığı ile abartarak bir korku furyası yaratıyor.

Son yapılan seçimlerde Shinzo Abe tekrar seçildi ve Meclis’te Anayasa’yı değiştirmeye dönük girişim için çoğunluğu elde etti. 2020’ye kadar bu değişikliğin yapılabileceği söyleniyor.

Japonya bir yandan da genç emekçilerin tükenene kadar çalışıp öldüğü “Karoşi” hastalığına isim vermiş bir ülke. Bugüne kadar milliyetçilik ve yüksek tüketim standartları arasında işçi sınıfını kontrol edebilmişlerdi.

Japon emekçileri arasında yükselen silahlanma karşıtlığı bu yakıcı kriz esnasında işçi sınıfı siyasetinin yükselmesine yol açabilir. Japon burjuvazisi bu süreçte ülkesini “eskisi gibi yönetememeye” aday gözüküyor.