İki soru iki hüsran

Geçen gün son dönemde yaşananlara yönelik bir aydın bildirisi yayınlandı. Bildirinin ilk cümlesinde 7 Haziran Seçimlerinde halkımızın AKP’ye dur dediği yazıyordu.

Gerçekten halkımız AKP’ye dur diyebildi mi, yoksa bir kez daha aldatıldı mı, bu soruyu önümüze koyup düşünmek zorundayız.

AKP’nin ve Erdoğan’ın ele geçirdiği psikolojik ve siyasi üstünlüğü fark edince, dur denilemediğini görüyoruz. Aldatılmaya gelince, AKP’yi geriletmek ve Erdoğan’ın siyasi gücünü törpülemek için seçimlerden önce ortaya konan projenin kime ait olduğuna bakmamız işimizi kolaylaştıracak.

Türkiye kapitalizminin siyasi restorasyonu halksız olmalıydı, daha doğrusu halkın sokaklarda görülmediği, AKP’nin yarattığı rejime karşı örgütlenmediği ama sandığa kadar zahmet ettiği ve sonuçları televizyondan izlediği bir siyasi müdahale planlanmalıydı.

Bu ABD hegemonyasındaki sermaye sınıfına ait bir restorasyon planıydı ve sonucun hüsran olması öncelikle burada aranmalı.

HDP’nin sosyal demokrat bir Türkiye partisi olarak ileri sürülmesi ve barajı geçecek şekilde tahkim edilmesi, CHP’nin bu dönüşümle uyum sağlayacak şekilde liberalleşmesi restorasyonun temel başlıklarıydı.

Bu plan 8 Haziran’da başarılı olmuş gibi gözüktü. Ya sonra?

CHP baştan aşağı bir suç örgütüne dönüşmüş AKP ile koalisyon yapmak için öylesine alttan aldı ki, tıpkı daha önce hapisteki milletvekillerine rağmen oyunu sürdürmesine benzer şekilde burnu sürtüle sürtüle siyaset dışı bırakıldı.

HDP ise bir an önce çözüm sürecine dönülmesine odaklandı. Ama nerede Türkiye’nin sosyal demokrat partisi olmak! Kürt siyaseti büyük bir hızla Erdoğan’ın yönlendiriciliğinde, son 20 yılda alıştığımız maçın iki yarısı arasındaki çatışma döneminin içinde buldu kendini.

Aldatılmanın –tekrar söyleyelim- en önemli nedeni restorasyon projesinin ABD emperyalizmin baskınlığında bir sermaye sınıfı yapımı olmasıydı. Doğal olarak Erdoğan postunu kurtarmak için rüşveti Türkiye emekçi halkına değil, ABD’ye verdi.

Türkiye’nin Ortadoğu’ya şekil verilmesinde görece daha uyumlu bir aktör haline gelmesi, İncirlik ve diğer askeri havaalanlarının emperyalist güçlerin kullanımına açılması, -daha az dikkat çekmekle birlikte, Türkiye’ye asıl felaketin kuzeyden geleceğini bir kez daha hatırlatalım- Ukrayna’da NATO manevrasına Türkiye’nin katılması ve Acil Müdahale Gücünün sorumluluğun Türkiye tarafından alınmış olması rüşvet paketinin önemli parçalarıydı.

Burada halkımıza düşen terör, cinayetler, korku dalgası ve şimdiye kadar Türkiye siyasetinde görülmemiş bir iktidar gaspı oldu.

Bundan sonra tam olarak ne olacağını bilemeyiz, çünkü restorasyonun sahiplerinin ve restorasyona konu olan aktörlerin hiçbiri güvenilmezdir, kirli ve kanlı çıkar ilişkilerinin çarpışmasından başka bir şey yok ortada.

*****

İkinci soruya gelince …

Seçim öncesinde restorasyonun düzen içiliğine sürekli olarak işaret etmemiz üzerine Demirtaş şöyle bir yanıt vermişti. “Programları yarıştırmayalım, bizden daha iyi programlar olduğunu biliyoruz. Biz onların önünü açacağız.” Hakkını verelim, bu kadar incelikli bir yanıtı verebilecek bir başka siyasetçi yok Türkiye’de.

Ama soru şu, sosyalizmin önü açıldı mı?

Bir şekilde restorasyonun parçası olan herkes KP’nin seçimlere girmesini son derece anlamsız bulmuştu. Ve eğer diyelim ki HDP ve CHP, birlikte hükümet kuracak kadar milletvekili çıkarsalardı ve Erdoğan’ın bir rüşvet paketini ABD’ye sunacak durumu olmasaydı ve sol görünümlü ama AKP tarafından inşa edilen düzeni bazı rötuşlarla sürdürecek olsalardı, sosyalizmin önü o zaman tıkanırdı işte. Ta ki kapitalizm için kaçınılmaz olan duvara toslayışa kadar.

Şimdi ise o günlerde yüzümüze bakmayanlar ne oluyor diye sormak için kapımızda kuyruk oldular.

Bir kez daha haklı çıktık diye sevinecek halimiz yok. Bu kan gölünde kimsenin önü açılmaz.

Sadece bu aldatılma/katledilme kaderini değiştirmek üzere sorumluluk hissediyor ve emekçi halkımızı örgütlenmeye davet ediyoruz.