Hindistan denklemin neresinde?

Suriye’de olaylar bir çıkmaza doğru ilerlerken gözümüzü aslında Ortadoğu’nun da belirleyicisi olan büyük resme çevirelim. Son birkaç hafta içinde bir sürü haberin içinden dört olay öne çıktı:

Ocak başında Çin devlet başkanı Şi Jinping kurulan ekranlar aracılığı ile iki milyon kişiden oluşan askeri birliklere seslendi ve “Ne zorluklardan ne ölümden korkun” dedi.

Sonra Çin tarafından yalanlansa da, Çin’in ABD tahvillerini satın almaktan vazgeçeceğine ilişkin bir haber bir şekilde yayıldı. ABD’nin cari açığının bu alımlarla kapatıldığı düşünülürse kışkırtıcı bir tehditti ve Çin’in üstü kapalı bir blöfü müydü, anlaşılamadı.

Trump ise Çin ve Rusya’ya karşı nükleer silah cephaneliğini artıracaklarını duyurdu.
ABD’nin geliştirmeyi planladığı görece düşük yıkıcılıktaki nükleer füzelerin nükleer bir savaşın gerçekleşme eşiğini düşürebileceği söylendi.

Son olarak; ABD ordusunun Pasifik kuvvetlerinin komutanı Hindistan’ın sponsorluğunda, Japonya ve Hindistan donanması komutanlarının katıldığı bir konferansta ABD, Japonya,
Avustralya ve Hindistan’ın Çin’e karşı “özgürlükçü” bir güç olarak ittifak yapması gerektiğini söyledi.

Bunların hepsini alt alta topladığınız zaman iç açıcı bir manzara çıkmıyor. Ne zamandır sermayenin ve tekellerin devletleri arasındaki rekabetin bir paylaşım savaşına yol
açabileceğinden bahsediyoruz. Emekçi sınıfların egemenlerin elinden silahları alması için gereken zaman daralıyor.

Ama bugün nispeten az bahsettiğimiz Hindistan’ın emperyalist rekabettin oluşturduğu uluslararası denklemde nerede durduğuna kısaca göz atalım.

Hangi dinamiklerin buna neden olduğunu geçerek, öncelikle Hindistan’ın uzun süredir koruduğu %6’nın üzerindeki büyüme hızıyla dünyanın ilk büyük altı ekonomisinden biri haline geldiğine, en azından başlıca bir bölgesel güç olduğuna değinmeliyiz. Bir süredir Hindu milliyetçiliğine dayanan güçlü bir sağ parti tarafından yönetilen bu ülkenin emekçi halkının derin eşitsizlikler ve ağır bir yoksulluk içinde yaşadığını hatırlamalıyız. Hindistan sermaye sınıfının emekçi sınıfları Hindu dinine yaslanan bir dinci gericilikle kontrol etmeyi tercih ettiği anlaşılıyor. Buna karşılık milyonlarca üyesi olan iki büyük komünist partisi Hindistan’da etkili bir mücadele yürütüyor.

Aslında Hindistan sermaye sınıfının ABD ile ittifak ilişkisine girmesinin bir nedeni bulunmuyor, bu şekilde giderse Hindistan’ın ekonomik gücü ABD’yi yakalayacak. Sorun Çin ile komşuluğundan kaynaklanıyor. Çin tarafından kapsanamayacak kadar büyük fakat onunla başa çıkamayacak kadar zayıf bir kapitalizm sergiliyor.

Ve Çin tek tek Hindistan’ın çevresindeki devletleri elde ediyor. Geçen hafta stratejik Malakka Boğazı’na alternatif bir ekonomi koridoru oluşturmak üzere Çin tarafından Pakistan’ın nasıl yatırıma boğulduğuna ve Çin hegemonyasına doğru kaydığına değinmiştik. Benzer şekilde Sri Lanka güneyindeki Hambantota limanını 99 yıllığına Çin’e devretti. Hindistan Çin’i devletleri borç köleliğine sürükleyerek elde ettiğini söyleyerek suçladı. Ayrıca Çin tarafından elde edilen ve Hindistan’ı kuşatan bu limanların bir süre sonra Çin’in askeri üsleri olacağına ilişkin kaygısını yüksek sesle dile getirdi.

Hindistan’ın müttefiki olan kuzey komşusu Nepal de Çin’den gelen büyük hacimli yatırım ile ittifak ilişkisini değiştirdi ve ilk kez tarihte Çin-Nepal askeri anlaşması ve manevrası gündeme geldi.

Burada ele alınırsa sıkıcı olacak Hint denizindeki birçok ada bu şekilde sessiz bir paylaşım savaşının konusu oluyor.

Emekçi sınıfların bu akıldışı rekabete ve savaş kışkırtıcılığına son vereceğini biliyoruz.
Sadece örgütlenmek ve bu oyuna son vermek için zaman daralıyor.

Hatırlatması bizden, örgütlenmek için bir adım atmak sizden.