Fidel ve Kennedy

Altmış bir yıl önce bugün, 2 Aralık 1956’da Meksika Körfezi’nin dalgalı sularında aşırı yüklü bir tekne kusmaktan bir hal olmuş 81 yolcusunu taşıyarak karanlıkta yol alıyordu ve Küba’nın güney doğusunda karaya yanaştı. Kendilerinden 61 yıl önce Jose Marti’nin özgürlük savaşını başlatmak üzere karaya çıktığı yeri arıyorlardı. Tekneden bataklığa atlayan yolcuların arasında Fidel, Che, Raul ve Camilo da bulunuyordu.

Küba’da Batista rejimine karşı olan bu devrimciler 1959’un ilk ayında mücadeleyi kazanarak Havana’ya girdiler. Tekneden inip de mücadeleye devam edebilen 12 kişi yüz binler olmuştu.


1959 Ocak ayı, Havana’ya Fidel’in varışı

Ancak esas mücadele şimdi başlıyordu. Batista’nın arkasındaki ABD hemen adanın 90 km kuzeyindeydi. Küba’yı İspanya-ABD savaşından beri sömürgeleştirmiş olan ABD bir eyaleti gibi yönetiyordu. Amerikan şirketlerinin adeta sömürgesi olan Küba, aynı zamanda ABD’li zenginlerin kumar ve fuhuş merkeziydi. Bir ABD’linin kendi ülkesinde yapamadığı her şeyi burada yapabildiği söyleniyordu.

Küba bu onursuzluğa ve sömürüye karşı bir kez ayağa kalkmıştı. ABD’nin ise bunu sindirmesi mümkün değildi, büyük bir öfke ile Küba’ya saldırdılar. Halen süren bu saldırının bütün ayrıntılarını bu kısa yazıda anlatmak mümkün değil. Buna karşılık çok yeni Yazılama Yayınları’ndan basılan Fabian Escalante’nin Kennedy Cinayeti isimli kitabı inanılmaz ayrıntılarla dolu. Küba haber alma örgütünün yöneticiliğini yapmış olan Escalante o süreci bir istihbaratçının titizliği ile anlatmış.

Kitabı okumanız için önerdikten sonra çok kısaca içeriğine değinelim. Kitap Kennedy cinayeti ile Küba’da karşı devrim ve Fidel’i öldürmek için duyulan dayanılmaz arzunun kesiştiği noktayı anlatıyor.


22 Kasım 1963 Dallas, Kennedy hemen öldürülmeden önce

ABD’nin Küba devrimini yenmek için ayırdığı muazzam bütçeyi, CİA’nın devleti yöneten bir klik haline gelişini, başta Miami’de olmak üzere büyük bir karşı devrimci orduyu beslediği ve yönettiğini, bu sürecin uyuşturucu ve silah kaçakçılığını da içeren bir sektöre dönüşünü mükemmel bir şekilde betimliyor.

Kennedy başkan seçildikten ve füze krizinden sonra süreci kontrol altına almaya ve daha makul hale getirmeye çalışıyor. Bu nedenle ABD devletinin içinde olduğu bir suikasta uğrayarak yaşamını yitiriyor.

Trump güya yasal süre dolduğu için Kennedy suikastıyla ilgili belgeleri açacaktı ama açamadı. Çünkü belgeler devletin nasıl bir komployu ördüğünü ve halkı nasıl kandırdığını söyleyecek. Açtığı belgelerden Fidel’e bin bir türlü suikast planı ve girişimi çıktı, aradaki ilişkiyi kavrayınca bunun tesadüf olmadığını anlıyoruz.

Peki, neden ABD Fidel’i öldürmek için bu kadar yanıp tutuştu?

Tarihe bakınca bunun iki nedenini görüyoruz:

Birincisi Fidel satın alınamazdı.

Robespierre için söylenen onun için de doğruydu. Fiyatı olmayan insanlardandı. Yurtdışı bankalarda parası, off-shore hesabı yoktu. Rüşvet işlemezdi. Pazarlık yapmazdı. Kendisi gibi özgürlük ve eşitlik savaşçısı olan ve Küba’ya çıktığının ilk ayında yaşamını yitiren değerli aydın Jose Marti’nin yurtseverlik ve gözü pekliğiyle donanmıştı.

Satın alınamazdı ama öldürülebilirdi.


Fidel Nisan 1959’da New York’a gittiğinde kendisinin öldürülmesi ile ilgili planı manşete taşıyan gazete ile dalga geçiyor

İkincisi ise, her devrimin çok gereksinimi olduğu, en zor ve çetrefil durumlarda binlerce alternatifin içinden doğru olanı seçebilme yeteneğine sahipti. Bu yüzden ABD için Fidel’i öldürmek Küba devrimini yenmek ile eş anlamlıydı.

Boğazına kadar pisliğe batmış bu ülkede Fidel’in devrimci değerlerini ve ahlakını benimsemeye ne dersiniz?

Buna hiç şans tanımayacak mıyız?

Kitabın kapağı