Endonezya ve 1 Mayıs

Tam 1 Mayıs yaklaşırken halkımızın önemli bir kısmının tek seferde dünya atlasında yerini gösteremeyeceği Endonezya hakkında yazı yazmanın ne âlemi var? Endonezya, işçi sınıfı hareketinin güçlü olduğu bir yer olsa anlayalım, ama öyle de değil.

Ancak yaşadığımız çağın trajik bir tanıklığını yapan aşağıdaki fotoğrafı atlamak mümkün değildi. Onun üzerinde biraz konuştuktan sonra 1 Mayıs’a bağlayacağız.

Endonezya’da çekilen fotoğraf bir hafta kadar önce medyada yer aldı. Zina suçundan kırbaç cezasına mahkûm edilen kadının infazını seyretmeye gelen çoğu kadın insanlar görülüyor. Kadın beşinci kırbaçta acıdan bayılıyor, ayıltılıp kırbaç cezası tamamlanıyor.

Bir kere insanlığın şöyle ya da böyle bugüne kadar olan birikimi kırbaçlı bir ceza yasasını kabul edemez. Sonra “zina” bir suç değildir, bunu eşler kendi aralarında çözerler, birbirlerini sevmiyorlarsa ayrılırlar. Ancak kadının bir insan değil, bir eşya gibi kabul edildiği durumda “zina” ceza yasasının konusu olacaktır.

Endonezya’nın son 20 yıldır dünyanın en hızlı sanayileşen ve büyüyen ülkelerinden biri olması ile bu akıl dışılık büyük bir zıtlık oluşturuyor.

Ya infazı seyredenlerin olayı telefonlarıyla, muhtemelen sonradan paylaşmak için kaydetmeleri!

Bu günümüz kapitalizminin en büyük paradoksuna işaret ediyor. Telefonlar akıllı ama insanlar akılsız! Biyolojik zekâdan bahsetmiyorum, sosyal olarak oluşturulan aptallıktan bahsediyorum.

Hiçbir tarihsel referansla hareket etmeyen, neyin ileri neyin geri olduğunu kavrama yeteneğinden yoksun, önüne konanı sorgulamadan yemeye hazır ve elindeki telefonun hangi bilimsel mekanizmalarla çalıştığını anlamaktan çok uzak, telefondan büyük bir hızla akan verileri analiz edecek soyutlama yeteneğinden yoksun bir aptallık türünden bahsediyoruz.

Aletler akıllı, akıllı aletleri sattıkları akılsız!

Bu dünyanın hemen her yerinde böyle.

Ama Endonezya’nın neden böyle olduğunu anlamak için kendi hikâyesine kısaca dönmek gerekir.

Geçen yüzyılın başında Hollanda sömürgesi olan Endonezya’da ulusal kurtuluş mücadelesi başlar. İkinci Dünya Savaşı’nda Japon işgali altında kalır ve komünistlerin de yaşamları pahasına ön saflarda yer aldıkları bir direniş hareketi gelişir.

Japonlar yenilip çekildikten sonra Hollanda egemenliğine geri dönmek ister ama toplumsal kesimlerin geniş bir ittifakı ve sosyalist devletlerin desteğiyle Endonezya Cumhuriyeti kurulur.

Endonezya Komünist Partisi milyonlarca üyesiyle 1950’lilerde dünyanın en büyük komünist partilerinden biridir. Burjuvazi ile ittifak halinde bağımsız bir Endonezya mücadelesi verir, ancak sosyalist bir devrim perspektifinden uzaktır.

Durum bu şekilde devam edemez. Soğuk Savaş denen şey sadece nükleer silahların birbirine çevrildiği bir pat durumu değildir, ABD yönlendiriciliğinde hareket eden her şeyin yok edilmeye çalışıldığı korkunç bir karşıdevrim dönemidir.

1965’te ABD ve Endonezya burjuvazisi kanlı bir komplo kurarlar. Dört ay içinde bir milyon civarında komünist aydın, işçi ve köylü katledilir.

Böyle bir cinayetten sonra Endonezya 1998’e kadar diktatörlük rejimi altında yaşamak zorunda kalır.

“Demokrasiye” geçilmesiyle birlikte her yerden İslamcı partiler ortaya çıkar. Türkiye’dekine çok benzer şekilde seçimlerde türban siyaseti güderler.

Bugün Endonezya, nüfusun %1’inin servetin %50’sine sahip olduğu büyük bir eşitsizlikler ülkesi. Ve böyle bir eşitsizlik ancak insanlar akılsızlaştırılarak sürdürülebiliyor.

Gelelim Türkiye’de 1 Mayıs’a.

İşçi sınıfının örgütlü olmadığı, siyasi öncüsünden yoksun olduğu ve güçsüz gözüktüğü her yerde fotoğraftaki akılsızlığın farklı türevleri boy atma imkânı bulur. Türkiye’de de böyle olmadı mı?

Güçlü ve etkili bir 1 Mayıs bu yüzden çok önemli.

Bütün emekçiler işçi sınıfının gücüne güç katmaya!