Emperyalizmin Kasapları

Bu yıl 14 Mart Tıp Bayramı kutlaması Çanakkale Zaferi’nin 100. Yılı nedeniyle Sağlık Bakanlığı tarafından Çanakkale’de yapılıyor.

Oysa uzun yıllardır her 14 Mart kapitalizmin bütün akıl dışılığını sermayenin siyasi temsilcilerinin yüzüne vurma bayramına dönüşmüştü. Bu sıkıntıdan bu yıl kurtuldular.

Böyle bir hükümetin direktifi ile bütün tıp fakültelerinin tören tarihlerini değiştirmeleri ve Çanakkale’ye gitmeleri ise bir skandal olarak değerlendirilmeli.

Çanakkale savaşına gelince, sayısız gencimizin yaşamını kaybettiği bu olayın duygusal yükünü taşıyoruz. Sonuçta gençler ülkelerine yönelen ağır ve acımasız bir saldırıyı göğüslemek için yurtseverlik duyguları ile savaşıp canlarını verdiler.

Bütün bunlar doğru ama savaşın özünü kaçırmamıza neden oluyor. Bu yüzden paylaşım savaşının nasıl bir kasaplık olduğunu anlamak için bize göre duygusal yükü daha az ve unutturulmak istenen bir savaştan bahsedeceğim.

Verdun Savaşı, Birinci Dünya Savaşının en uzun ve kanlı olayı olarak tarihe geçti. Çanakkale Savaşı’nın bitmesinden hemen sonra başladı, 1916’nın tamamına yayıldı.

Bir Alman general Fransızları bir araya toplayıp imha etmeye dönük bir plan yaptı ve Fransa’nın içinde Almanya sınırına yakın Verdun’a topçu birlikleri ile yığınak yaptı. İlk atakta Verdun’u ele geçirdiler, fakat sonrasında kuvvetli bir direnişle karşılaştılar.

Karşılıklı 40 milyon top mermisi atıldı. Sadece 10 km2 toprakta her iki taraftan 700 bin kişi öldü veya ağır yaralandı. Ölenlerin çoğu karşı tarafın askerlerini hiç görmedi, %70’i topçu ateşi ile can verdi.

Şöyle söyleyelim, her iki emperyalist devlet köylü ve işçi gençlere asker üniformasını giydirip parçalanarak ölecekleri Verdun’a götürdü. Ölenlerin yerine yenilerini sürdü.

İnada dönen savaş Almanya üniforma giydirecek köylü ve işçi genç bulamayınca bir yılın sonunda sonlandı, yoksa hayvanca kasaplıkları devam edecekti.

Diğer cepheleri geçtim, sadece Verdun’da katledilen 700 bin insanın katili Alman ve Fransız tekellerin rekabetinden başka bir şey değildi. Hala bu ülkelerde iktidarda olan sınıftan bahsediyoruz.

Tekrar Çanakkale’ye dönelim, bize doğal olarak yurtseverlik mücadelesi olarak gözüken bu savaş emperyalist paylaşım savaşının bir cephesiydi ve Osmanlı ordusunun Çanakkale’deki komutanı bir Alman generaldi.

Ve neden Osmanlı Devleti’nin bu paylaşım savaşının içinde yer aldığını bir kez daha sormak zorundayız. Tabi ki İttihat ve Terakki iktidarını, bugünün çürümüş, gerici ve asalak burjuvazinin siyasi temsilcileri ile aynı kefeye koymuyoruz. Tabi ki 1908 Burjuva Devrimini gerçekleştirmelerinin ve 31 Mart gerici ayaklanmasına karşı koymanın payesini taşıyorlar. Ama bir yandan da emperyalizm çağına doğan Türkiye burjuvazisinin başından beri emperyalist güçlere yaslanma eğilimini yansıtıyorlar.

Bugün Çanakkale’de ölen her iki taraftan çocuklarımıza ağlıyoruz ve eğer bu konuda yapılan bir tören veya anma emperyalizme ve onun işbirlikçilerine olan kinimizi arttırmıyorsa töreni düzenleyenler sınıf düşmanımızdır. Bu böyle bilinsin.

Ama bunun salt ahlaki veya ideolojik bir sorun olmadığını söylemeliyiz. Yakıcı, yaşamsal ve güncel olan bir siyasi soruna taraf olmaktan bahsediyoruz. 

Önceki paylaşım savaşlarını yaratanların bugün benzer bir katliam ve yıkım planlarını kafalarında çevirdikleri çok fazla belli oluyor.

Bütün dünyada işçi sınıfının siyasi öncülerinin görevi yalınlaşıyor.

Emperyalizmin kasaplarının dünyayı bir mezbahaya çevirmelerini engelleyebilecek miyiz?

Yoksa sosyalist devrimleri yıkımdan sonra doğan siyasi boşluğa mı inşa edeceğiz?

Kesinlikle engelleme şansımız var ve tüm sorumlu insanları bu daralan zamanda hızlıca taraflaşmaya davet ediyoruz.