Duterte neden Obama’ya sövüyor?

“Ya sen kimsin Vaşington Post!” diyen birisini hatırlıyorsunuzdur. Duterte ondan iki rütbe daha üstün olduğunu her gün kanıtlıyor. Geçenlerde Obama’ya “Cehennemin dibine kadar yolun var” demiş.

Filipinler ile ABD arasındaki gerilim sonucu ABD’den silah satışının kısıtlanacağına ilişkin mesajı bu şekilde yanıtlamış ve şöyle devam etmiş: “Madem silah satmak istemiyorsunuz, ben de Rusya’ya giderim.” Çin’den silah temin garantisinden de bahsediyor. Ayrıca bu ay yapılacak ABD-Filipinler askeri tatbikatının son olduğunu söylemiş.

Tablonun bütününe baktığımız zaman ise aslında ABD gemilerinin Çin Denizi’nden ayrılmasını ve radikal bir kopuşu istemediği biliniyor. Çin ile baş başa kalmak ayrı bir korku yumağı!

Bu hakaret silsilesi Obama’nın şahsiyetiyle değil, ancak ABD’nin bölgede göreli olarak azalan gücüyle alakalı olmalı.

16. Yüzyılda İspanya sömürgesi olan Filipinler, İspanya-ABD savaşından sonra 1898’de 20 milyon dolara ABD’ye “satıldı”. O tarihten beri –eğer 2. Dünya Savaşı’ndaki Japon işgalini saymazsak- şu veya bu mekanizmayla ABD emperyalizminin hegemonyası altında kaldı. 1945’te bağımsızlığının ilan edilmesi durumu özünde değiştirmedi.

Ancak Filipinler’de, 1990 sonrası emperyalist bütünleşme süreci kulağa hiç de yabancı gelmeyen ve Filipinler’i “Asya Kaplanları” içine dahil edecek bir dönüşümü tetikledi. Doğrudan yabancı yatırımların; işçi sınıfı siyasetini etkisizleştirmek, işçileri uluslararası sömürüye açık hale getirmek, sosyal kazanımları ortadan kaldırmak ve sermaye için dikensiz bir gül bahçesi yaratmakla gittiğini biliyoruz.

Sonuçta Filipinler’de oluşan sermaye birikiminin yarattığı sınıf Duterte’nin sahibi olan sınıf aynı zamanda. Faşizmi hatırlatan pragmatizmi, emperyalist hegemonya krizinde ikili oynama kurnazlığı ve bu sınıfın umutsuz hırslarına yaslanan bir delilik hali bu ara çok moda anlaşılan.

Duterte’nin sövgüleri ABD emperyalizminin görece siyasi gücünün azalmasının tek delili değil. Çeşitli ülkelerin sermaye sınıfları ABD’den uzaklaşıyorlar. Bunlardan birini anmak gerekirse Pakistan ilk akla gelenlerden.

Oysa Pakistan 2. Dünya Savaşından sonra ABD emperyalizmi tarafından sıkıca kapsanan ve Afganistan savaşı sırasında kirli suçların paylaşıldığı bir devlete sahipti.

Bu hafta sonu Rusya ile “Dostluk-2016 Tatbikatı “ adı altında askeri bir manevra yapacak olması ilk anda şaşırtıyor. Manevranın çapı büyük değil belki ama Rusya ile silah satışını içeren bir askeri işbirliğinin başlangıcı olarak niteleniyor.

Bu arada Pakistan’ın geçen yüzyıldan bu yana Hindistan ile gerilimler –ve anti-sovyetizm- nedeniyle Çin ile tarihsel dostluk bağları olduğunu, bu bağların Çin’in atılımı ile yeni bir iktisadi özellik kazandığını hatırlatalım.

Bush döneminin aşırılıklarını gidersin ve ABD’nin azalan prestijini düzeltsin diye kurgulanan Obama dönemi ABD emperyalizmi açısından bir hüsranla sonlandı. İşçi sınıfının siyasi temsilcileri ABD başkanlarına ne kadar sövse yeridir ama sermaye sınıfının temsilcilerinin sövgüleri ile veda etmek Obama’ya nasip oldu.

Şu ise bütün küfürlerden daha kötü sanırım:

Her zaman ABD’de devlet içi çelişkiler vardı ama bunu –Kennedy gibi- kendi başkanlarını bile öldürseler yağdan kıl çeker gibi yapıyorlardı. Şimdi devlet içi çelişkiler doğrudan operasyon sahasına yansıyor. Sonunda içlerinden biri –Foreign Policy-, Suriye’deki gerilimi kast ederek, “ABD bu gidişle yanlışlıkla savaşa girecek” dedi.