Dünyada kriz ve emekçi sınıfların yurtseverliği

Türkiye’nin içine yuvarlandığı krizde, her kafadan bir ses çıkıyor; kimisi ‘Türkiye NATO’dan atılmalı’ diyor, kimisi ‘ABD Türkiye gibi bir müttefikten vazgeçemez’ diyor. Kimisi ‘Türkiye ekonomisinin ABD’nin yeni hamleleri ile çökeceğini’ söylüyor, kimisi ‘Katar’a, Rusya’ya, İran’a ve Çin’e tutunarak krizi atlatacağını ve eksen değiştireceğini’ iddia ediyor. Ayrıca Papaz bahsi var, uçacak mı, uçmayacak mı?

Bu yazıda, isterseniz, ne olacağını zamana bırakıp, dünyada derinleşen krize bir kez daha bakalım ve sürece milliyetçiliğe karşı emekçi sınıfların yurtseverliği üzerinden yaklaşalım.

Öncelikle ABD’nin kısa bir süre önce Senato’da kabul edilen ve Trump tarafından imzalanan 2019 Ulusal Savunma Bütçesi ve içeriğine göz atalım.

ABD önümüzdeki yıl askeri harcamalara 716 milyar dolar ayırıyor ve Trump’ın başkanlığa gelmesinden bu yana 100 milyar dolar civarında bir artışa işaret ediyor.

ABD artık Rusya ile aralarındaki Açık Semalar Anlaşması’nı iptal ediyor. Sovyetler Birliği’ndeki karşı-devrim sonrası 1990’larda Rusya’nın düzene dâhil edilmesinde bu anlaşma önemli bir rol oynamıştı. Ülkelerin birbirlerinin üzerinden uçuş yaparak askeri faaliyetlerini gözlemesine izin veriyordu.

Yine aynı şekilde Stratejik Silahların Azaltılması Anlaşması'ndan (START) ABD tek taraflı olarak çekilmiş oldu. Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması da askıya alınıyor.

Buna karşılık bütçeden nükleer silahların modernizasyonu için hatırı sayılır bir pay ayrılıyor. Bu daha çok nükleer silahların kapasitesini azaltarak konvansiyonel savaşın parçası haline getirme çabasını kapsıyor ve ne kadar tehlikeli bir amaca hizmet ettiğine bu köşede yer vermiştik.

Ukrayna’ya “ölümcül silah” yardımı, ne demekse!

Asker artışı, uzaya güdümlü füze yerleştirmenin hedeflenmesi, yeni savaş gemileri vb.

ABD açıkça bir savaşa hazırlanıyor ve 2019 savunma planı Rusya ve Çin tarafından bu nedenle şiddetle protesto edildi.

ABD’nin bu kararıyla emperyalist bir paylaşım savaşına bir adım daha yaklaşmış olduk.

Ancak ABD’nin bu savaşı kaybetme olasılığı çok kuvvetli.

Ordusu güçsüz olduğu için değil, aksine hali hazırda ABD’ninkinden güçlü ordu yok.

Ama Trump’ın mide bulandırıcı milliyetçiliğine karşı ABD’de işçi sınıfı yurtseverliği ayaklarına takılacağı için kaybedecekler.

Bunu bazı verileri bir araya getirdiğimiz zaman bir sezgi olarak söyleyebiliyoruz. Bir süre önceki Wall Street eylemlerinin örgütsüz ama sınıfsal pozisyonu, orta sınıfların erime hızı, geçen yıllarda saat başı 15 dolar eylemlerinin yaygınlaşması, bu yıl eğitim emekçilerinin grevleri, Kaliforniya yangınının aylarca söndürülememesi gibi kamusal kaynakların yetersizliği, toplumsal çürüme ve buna karşılık Amerikan gericiliğine karşı toplumun verdiği reflekslerin şiddeti… Ve tabi, işçi sınıfı siyasetinin bağımsız hattının kendini göstermesi. Buna Meksika gibi komşu ülkelerdeki önemli komünist partilerin varlığı da eklenmeli.

Peki, sarsılmaz gibi gözüken ve güçlü devlet ideolojisine dayanan Putin milliyetçiliği. ABD gibi deşifre olmuş kirli, hilebaz ve kanlı bir devlete karşı adaletli ve kapsayıcı gözükmüyor mu?

Geçtiğimiz günlerde sermaye sınıfının “hep birlikte aynı gemideyiz, dışarıya karşı dövüşüyoruz” milliyetçiliğinde bir gediğin nasıl açıldığına şahit olduk. Genellikle işçi sınıfına saldırılar bir bütün halinde olmaz, özelleştirmelerde olduğu gibi sermaye sırayla farklı bölmelerde izole olmuş sınıfı yener. Ancak bunun bir istisnası, emeklilik yaşının yükseltilmesidir, çünkü sınıfın bütününü karşısına alır. Rusya’da da “mezarda emeklilik yasası” büyük protestolara yol açtı ve Putin’e destek iki hafta içinde %14 azalarak %64’e geriledi.

 Çin de aynı şekilde, Şi geleneksel Çin kültürüne dayanarak Çin milliyetçiliği ile emekçi sınıfları düzene kapsıyor gözüküyor.

Ancak 300 milyon civarında nüfusuyla işçi sınıfının önünde sonunda Çin sermayesi tarafından kapsanamayacağını biliyoruz. Geçenlerde “Grevdeki Çin” adlı bir kitap Türkiye’de yayınlandı.  Kitap; Çin’in en çok sanayileşen ve ilk serbest bölgelerinden biri olan Guangzhou eyaletinde, 2009-2010 arasında, çeşitli yerli veya yabancı sermayeye bağlı fabrikalarda çalışan ve direnişlere katılan işçilerle yapılan röportajlardan oluşuyor. Henüz siyasi bir ağı ve bağlantısı olmayan bu dev işçi kitlesinin nasıl bir potansiyel güç oluşturduğu çok iyi hissediliyor.

Sonuçta Türkiye de böyle, şirketlerin talanı ve hırsının sonuçları emekçi sınıflara ödetilmeye çalışılıyor ve bu milliyetçi bir maske altında yürütülüyor.

Bu yüzyıl işçi sınıfı yurtseverliğinin ve enternasyonalizminin bu deli gömleğini nasıl yırttığına tanıklık edecek.