Devletlerarası Dostluk İlişkileri!

“Devletlerarası Dostluk İlişkileri” Aziz Nesin’in ünlü Namus Gazı kitabından, çocukluğumdan beri unutmadığım bir hikayenin başlığı. Aziz Nesin, iki düşman devletin birbirlerine saldırmak için hazırlık yaparlarken bir yandan da sürdükleri dostane diplomatik ilişkiyi taşlıyordu.

Günümüz diplomasisini çok iyi tanımlıyor,  Papa Küba’da, Çin Devlet Başkanı ABD’de, yakında Putin ile Obama da buluşacakmış.

Son iki hafta içinde çok önemli gelişmeler oldu. 

ABD ve AB emperyalizminin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya müdahalesi gelip gelip Suriye’ye takılmıştı. Bu dirençte muhakkak Suriye’nin görece neoliberal politikalardan daha az etkilenmiş, anti-emperyalist duruşu sağlam, derli toplu bir ülke olmasının payı vardı. Ancak direnişte iki bloklu hale gelmiş dünyamızda bloklar arası hattın Suriye’den geçmesinin de büyük rolü oldu. 

ABD-AB emperyalizmi sanki hiç sahnede yokmuş gibi yaparak, Türkiye, Katar, Ürdün gibi taşeronları kullanarak ve dünyanın her yerinden gericileri Suriye’ye yığarak bir komployu tezgaha koydu. Buna karşılık Rusya-Çin bloğunun verdiği diplomatik destek ve maddi yardım Suriye’nin dört yıldır süren savaşta ayakta kalmasını sağladı.

Her iki blokta yakın zamana kadar doğrudan savaşa katılmıyorlardı. Rus basınında geçen aylarda Suriye ordusunun bu asimetrik savaşta kayıpları nedeniyle ne kadar dayanacağına ilişkin şüpheler belirmişti.

Ve geçen haftadan itibaren doğrudan Rus ordusu, danışmanları, savaş uçak ve helikopterleri ile Suriye’ye yerleşti. Hatta Çin ordusunun da destek vereceği söyleniyor. Madem IŞİD kartını açtınız, biz de ona karşı savaşmaya geldik diyorlar.

ABD ise Türkiye’deki üslerde uçakları, Eğit-Donat ve Suriye içindeki danışmanları, doğrudan veya dolaylı yönettiği yüzlerce çetesiyle sıcak cephenin diğer tarafında kaldı. Bu durumun bir uzlaşma mı, yoksa boyut değiştiren bir savaş mı üreteceğini göreceğiz.

Ancak Erdoğan ve AKP’nin “uçuşa yasak güvenli bölge” diye kodladığı Türkiye’nin kontrolündeki taşeronun taşeronu bir gerici Sünni devlet hayali suya düşmüş gözüküyor.

İkincisi, siyaset tahminde bulunma işidir ve şunu söyleyebiliriz: Birisinin gideceğini söylemek tahmin değildir, herkes gidecek sonunda, ama bu koşullarda Erdoğan Esad’tan önce gidecek.

Suriye’ye karşı girişilen komplo o kadar haince, o kadar hayasızca ve o kadar kalleşçeydi ki Rusya’nın bu durumda Altay’dan gelen yiğit gibi kurtarıcı olarak görülmesi ve iç rahatlatması çok normal. Ancak durumu anlamak için Ortadoğu’dan çıkıp büyük resme bakmamız gerekiyor.

Önce BBC’de Çin’in iktisadi gelişmesi hakkında yayınlanan bir derlemeden bir bilgi paylaşalım: Çin son üç yılda ABD’nin geçen bütün bir yüzyılda tükettiği kadar çimento tüketmiş. 

Kırı kolektif mülkiyete, kentleri acımasız bir kapitalizme dayanan Çin’in son 40 yıldır kesintisiz bir büyüme içinde olduğunu bildiğimiz halde bu rakam sarsıcı bir etki bırakıyor. 

Emperyalist hegemonyayı tehdit edebilmek için reel üretimde başa geçmek kapitalizmin krizine rağmen zorunlu. Ancak bu başatlığı mali sermayede hegemonya yaratmadan sürdürmek mümkün değil. Geçen haftanın bir diğer önemli haberi de Çin’in öncülüğünde kurulan, IMF ve Dünya Bankası’na rakip olan Asya Altyapı Yatırım Bankası’na 20 ülkenin daha üye olmak için başvurduğuydu.

Emperyalist hegemonya savaş olmadan el değiştirmez. Suriye’de, Ukrayna’da, orada burada açılan yerel cepheler bu resmin içinde anlam kazanıyor.

Geçen haftanın bir diğer önemli gelişmesi ise genellikle Türkiye basınında atlandı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Japon ordusunun deniz aşırı ülkelerde savaşa katılmasını yasaklayan yasa, 70 yıl sonra Parlamento’da değiştirildi. Milletvekillerinin birbirlerini yumrukladığı uzun oturumlardan sonra diğer ülkelerde savaşma izni yasallaştı.

Giderek ısınan emperyalist hegemonya savaşı daha önce belirttiğimiz gibi bütün dünyada işçi sınıfına karşı açılan bir savaştır ve bırakın taraflardan birinin yanında yer almayı, işçi sınıfının öncü siyasetleri bu savaşı kapitalizmin silineceği bir dünya devrimi ile karşılamak zorundalar.