Cumhurbaşkanı’na “hakaret” değil, fezleke

13 Şubat Bilimsel ve Laik Eğitim Boykotundan sonra bir furya başladı, onlarca kişi Cumhurbaşkanı’na hakaretten ifadeye çağrıldı, gözaltına alındı, bazıları tutuklandı.

Çoğunlukla Birleşik Haziran Hareketi ile ilişkili bu kişilerin “Katil, Hırsız Erdoğan” belgisini söylediği veya bu belgiyi içeren fotoğrafları sosyal medyada paylaştığı iddia edildi.

Bu kişilerin çoğunu şahsen tanımıyorum, gerçekten bu sloganı atıp atmadıklarını, paylaşıp paylaşmadıklarını da bilemem. Ancak halkın duygularına defalarca şahit oldum. Bülent Arınç’ın da itiraf ettiği gibi Erdoğan toplumu öylesine derin bir şekilde böldü ki toplumun en az yarısı hakaret etme eşiğinin çoktan ötesine geçmiş durumda.

Bir burjuva politikacısı olarak Erdoğan’ın işini bitiren de bu oldu. Normal koşullarda burjuva politikacılığı denen artistik jimnastik bu kadar büyük bir toplumsal yarılmaya neden olmaz. Erdoğan Türkiye düzenini kırılgan hale getirdi, bunu restore etmenin yollarını arıyorlar.

Biz hakaret meselesine geri dönelim, ben bu belginin bir hakaret değil, bir siyasinin geçmiş eylemlerine dönük bir fezlekenin ön sayfası olduğunu düşünüyorum. Sonuçta siyasi sorumluluk alan herkes yaptıklarının hesabını verebilmeli, gerekiyorsa mahkeme önüne çıkmayı göze almalıdır. Hele Cumhurbaşkanı olduktan sonra bile siyaseti doğrudan yönetmeye kalkan, bunu saklamaya çekinmeyen birisi her türlü eleştiriden yargıya sorgulamaları göğüslemelidir.

Bu arada siz hiç Merkez Bankası başkanına “nereye tarafsın söyle” diyen bir cumhurbaşkanı duydunuz mu?

Sonuçta bu belginin bir hakaret değil, halk tarafından yazılan bir fezlekenin başlığı olduğunu iddia ettim. Soğukkanlı bir şekilde bakalım.

Fezlekenin “Hırsız” kısmı şu başlığa değiniyor:

Erdoğan’ın belediyecilikten yetiştiğine ve başından beri yaptığı işlerden komisyon aldığına dair çok sayıda belge ve tanık bulunuyor. Bunları bir savcının bir araya getirmesi uzun bir zaman almayacaktır.

Ama esas sorun; herkesin tapeler sayesinde duyduğu, anladığı, aile mülkleri içinde bir evde inanılmayacak kadar büyük bir paranın döviz cinsinden istiflenmiş olduğuydu. Kimse tapelerin gerçek olmadığını inandırıcı bir şekilde iddia edemedi.

Bu arada şu Fuat Avni işine, hiç de gülecek halim olmadığı halde, kim diye arıyorlar ya çok gülüyorum. Fuat Avni CİA’dan başkası değildir, bir ülkeyi ABD’nin kucağına oturtursanız, CİA’nın anteni barsakları boydan boya geçer, bunu engellemek mümkün değildir. Emperyalist bir ülkenin istihbaratına karşı etkili bir kalkan ancak sosyalist bir iktidar tarafından kurulabilir. Muhtemelen Fidan –tabi ki sosyalist olduğu için değil- bu hesaplaşmanın nafile olduğunu anladığı için görevini bırakmış olmalı.

“Katil” kısmına gelince, hiç kimsenin Erdoğan’ın eline bir silah alıp birilerini öldürdüğünü iddia ettiğini sanmıyorum. Fezlekenin bu kısmında, Erdoğan’ın başbakanlığı sırasında izlediği politikalar nedeniyle insan ölümlerine yol açtığı suçlaması dile getiriliyor.

Birincisi genel olarak dinselleşmenin ve kadınları ikinci sınıf gören, cihat yolunda değilse cezalandırılması gereken günahkarlar olarak gören anlayışın kadın cinayetlerinin artışına neden olduğu tezidir. Bunu bir siyasi kişi olarak değil, bilim insanı nesnelciliği ile değerlendiriyorum, savcıları zorlayacak bir başlık olduğu doğru. Erdoğan öncesi ve sonrası cinayet istatistikleri karşılaştırılmalı, cinayet işleyenlerin iç motivasyonlarını ne kadar Erdoğan’ın söyleminde buldukları incelenmeli vb.

Ancak diğer başlıklar çok somut. Örneğin, polis şiddeti nedeniyle, özellikle kimyasal silahların halkın üzerinde kullanılmasıyla canını yitiren onlarca insan bu fezlekede ayrı dosyalar oluşturuyor.

Bir diğeri ise Erdoğan’ın iktidarı boyunca, yaşamını iş kazası sonucu yitiren 15 bine yakın işçinin ölümündeki sorumluluk. Sendikalı olmanın fiilen yasaklandığı, özelleştirmeler ve taşeronluk nedeniyle iş güvencesinin  ortadan kalktığı ve bunun sonucunda işçilerin kendilerini patrona karşı koruyamadığı emek rejiminden birinci derecede sorumlu tutulmasından daha doğal ne olabilir?

Sonraki başlık diğer toplu ölümler, Roboski, hızlandırılmış tren faciası, Afyon’da patlayan cephanelik, Reyhanlı katliamı vb.

En zoru ise Suriye’ye dönük emperyalist komplo ve Türkiye’nin oynadığı rol, hatta rol çalmaya kalkarak koyduğu irade. İddia edilen bu suçun tam anlamıyla incelenebilmesi için ulusal bir mahkemenin yeterli olmayacağı genel olarak kabul görüyor. Sonuçta komşu bir ülkede yüz binden fazla insanın öldürülüşündeki sorumluluğun tartılmasından bahsediyoruz.

Hakaret soruşturmaları eninde sonunda açılacak büyük bir davanın üzerini örtmeye dönük bir çaba olarak gözüküyor. Hiç kimsenin gücü bu kadar ömrünü doldurmuş ve yıpranmış bir politikacının yargı önüne çıkarılmasını engelleyemez.

Bu arada eğer bu yazı da “hakaret” kapsamında değerlendirilirse, savunma esnasında fezlekenin ayrıntılarına girmek benim için zevkli bir iş olacaktır.