Çöküşe doğru ne yapmalı?

Bazen kavramlar birbirine karışıyor. Dünya kapitalizminin yeni koronavirüs salgını nedeniyle tetiklenen sarsıntısı bir kriz mi, yoksa çöküş mü?

Dünya kapitalizmi 1970’li yılların başında bir krize girdi ve hâlâ o krizin içinde.

Çok kısaca, otomasyonun geldiği düzey artık üretim araçlarının özel mülkiyetini kaldırmıyordu. Bu yüzden kapitalizmin üretim anarşisine bağlı döngüsel krizlerinden ayrılıyor ve yapısal kriz diye adlandırılıyordu.

Genel olarak dünyada büyüme oranlarının düşmesi ve yüksek işsizlik oranları bu yapısal krize işaret ediyordu.

Bu süreçte doğal olan, işçi sınıfının öncülüğünde emekçi sınıfların bu ömrünü doldurmuş düzene müdahale etmesi, iktidarı devralarak sosyalizmi bir dünya düzeni haline getirmesiydi.

Ama tarih cilvelerle dolu ve düz bir mantıkla değil tezatlarla ilerliyor.

1970’li yıllar aynı zamanda Sovyetler Birliği’nin devrimci barutunun tükendiği ve bir dünya devrimine öncülük etme potansiyelinin kalmadığı bir dönemdi. Devrimci bir kalkışmaya liderlik edeceğine kendisi bir süre sonra karşı-devrime teslim olacaktı.

Bu, düzenin bitmiş olan ömrünü uzatmak için sermayeye büyük bir fırsat verdi.

ABD’nin öncülüğünde emperyalist devletler tekellerin azalan kâr oranlarını yüksek tutmak için kendi emekçi halkları da dahil bütün dünyaya saldırdılar.

Emek gücünü olabildiğinde ucuzlattılar, kazanılmış sosyal hakları iç ettiler.

Üretime dönüşmeyen sermayeyi hileli bir şekilde değerlenen “kağıtlara” yatırdılar.

Evet, bu hasta düzenin ömrünü bir süre daha uzatmayı başardılar ama krizlerinin üzerine binen çöküşleri engelleyemediler.

Aşağıdaki grafik bize krizlerin üzerine binen çöküşleri gösteriyor.

Grafikte görülmeyen başka birçok parametre ile birlikte ortalama %3 civarındaki düşük büyüme hızı bize emperyalist sistemin yapısal krizine işaret ediyor. Üzerinde ise en derini 2008 yılında yaşanan çöküşler izleniyor.

Grafiğin 2019-2020 yıllarını gösteren kısmına geldiğimizde, yeşil olan IMF’nin bu yıllara ait önceden yapılmış tahminini, kırmızı olan ise yeni koronavirüs salgınının kışkırttığı çöküşün başlangıç aşamasını gösteriyor.

Gelişmeleri izleyeceğiz ama içinde bulunduğumuz çöküşün 2008 gibi derin ve hatta daha derin ve uzun olacağını telkin ediyor.

Dünya borsalarının günlük kayıpları 2008 kriziyle ancak karşılaştırılabiliyor. Şimdiden emperyalist sistemde kaybolan paranın 1 trilyon doları geçtiği söyleniyor. Japonya ve Almanya gibi emperyalist ülkelerin büyüme hızlarının çok azaldığı ve teknik tabirle durgunluğa girdiği veya gireceği belirtiliyor.

Daha önce bu köşede dünya toplam büyüme oranına en fazla oransal katkıyı yaparak emperyalist düzenin ömrünü uzatan ülkenin Çin olduğunu ama bu yeteneğini bu çöküşle birlikte yitireceğini yazmıştık

Lübnan ve Arjantin gibi ülkeler ise bir felaketin eşiğine gelmiş durumdalar.

Bütün bunlara bir de petrol krizi eklendi.

Petrol krizi hem çöküşün bir parçası hem de tetikleyicisi.

Ama başka bir boyut ekleniyor burada: Emperyalist düzenin içindeki jeopolitik rekabeti yansıtıyor.

Suudi Arabistan’ın liderliğinde petrol üreticisi ülkeler, Rusya ve ABD arasında ağır bir rekabet yaşanıyor. Bazen petrol fiyatları Rusya, Venezuela ve İran’a diz çöktürmek için düşürülüyor.

Bu sefer de Rusya ve Suudi Arabistan yeni koronavirüs salgını nedeniyle talebin azalmasına dayanan fiyatlardaki düşüşü durdurmak için aralarında anlaşamadılar. Suudi Arabistan aksine üretimi artırarak, tüm rakiplerini bir dayanıklılık testine tabi tuttu.

Bu belki yaşanan çöküşün en önemli yanı değil, ama bize çöküşün uluslararası savaşlara da yol açabileceğini gösteriyor.

Peki, daha ne bekliyoruz? Bir kez daha iflaslar, işsizlik, yoksulluk. Salgınlarda ölmezsek bize ait olmayan savaşlarda ölmek.

Ömrü çoktan bitmiş bu akılsız düzen için.

Bırakalım makarna biriktirmeyi.

Dünya bize bir sorumluluk yüklüyor.