Bosna’dan Suriye’ye dünya alçaklıklar tarihi

Bosna-Hersek’in AB’ye üyelik başvurusu geçenlerde kabul edildi ve bu sürecin ne anlama geldiğini Mustafa Türkeş iki gün önce sol haber portalındaki yazısında açıklığa kavuşturdu.

Ayrıca Bosna-Hersek’in “NATO Üyelik Eylem Planı”na alındığını ve Türkiye’nin bu sürece açık desteği olduğunu da ekleyelim.

Bu yazıda amacımız Bosna-Hersek’in AB sürecini değerlendirmek değil, madem emperyalistler Bosna-Hersek’i gündeme taşıdılar, o zaman biz de Bosna’dan Suriye’ye uzanan sürecin dünya alçaklıklar tarihindeki özgün yerine ve benzerliklerine kısaca değinip hafızamızı tazeleyelim.

Çok halklı, çok kültürlü Yugoslavya 2. Dünya Savaşı sonrası partizanların Nazi işgaline karşı direnişinin başarısı ve prestiji ile kuruldu. Sosyalizm halkları bir arada barış içinde tutan bir tutkal oldu.

Ancak Yugoslavya’nın özyöneticimci deneyiminin bugünden bakıldığında sermaye ile  uzlaşma kapısını açık bıraktığı görülüyor. Sovyetler Birliği’nin çözüldüğü yıllara gelindiğinde Yugoslavya cumhuriyetleri arasında eşitsizlikler artmış, başta Alman mali sermayesi olmak üzere sermaye ile eşitsiz bağlar kurulmuştu.

ABD ve AB emperyalizmi hiç beklemeden aç bir kurt gibi Yugoslavya’nın üzerine atıldı. Bütün hikayeye bu köşe çok dar gelecektir. İşçi sınıfı siyasetinin geriye düştüğü 90’ların tarihsel koşullarında birbiriyle savaşan hiçbir tarafın masum ve temiz olduğunu söylemek mümkün değil, ama emperyalizmin kullandığı araçların, sinsiliğin ve kalleşliğin yanında herkesin bir bebek gibi temiz kaldığını belirtmeliyiz.

Bosna-Hersek müdahalesinin bugün Suriye’de yaşananlara benzeyen bir yanı, Bosna’daki Müslüman nüfusa dayanarak gerici çetelerin ithal edilmesi ve kullanılmasıydı. Yugoslavya müdahalesi aynı zamanda  müthiş bir medya operasyonuydu ve dünya ancak görülmesine izin verilenleri gördü.

Elsässer’in “Cihad Avrupa’ya nasıl ulaştı?” adlı kitabında Bosna’da 1992 yılında şöyle bir sahne betimlenmiş: “Siyah bir İslami bayrak dalgalanıyordu… Aralarında Araplar, Kafkasya’dan ve Afrika’dan gelenler bulunmaktaydı. Çoğu sakallıydı ve bazıları kafalarını kazıtmışlardı. Yıkanmış, temiz üniformalar giyiyorlardı ve çok iyi silahlandırılmışlardı”

Sanki 20 yıl sonra ABD emperyalizmi tarafından göreve çağrılan Suriye’deki gerici çeteleri tarif ediyor. O zaman görmemize izin verilmedi ama bu çetelerin Bosna savaşında çok sayıda insanı kafasını keserek katlettiğini şimdi geriye dönüp öğrenebiliyoruz.

CIA bu çeteleri dolaylı yollar kullanarak silah ve parayla destekledi. Bu destekte Türkiye’nin önemli bir rol oynadığı, silah sevkıyatında Türkiye hava sahasını kullandırttığı ve hatta silahların gerici çetelere ulaştırılmasında doğrudan görev aldığı söyleniyor.

Bu işin Suriye’de nasıl en aşırı biçimde ve göstere göstere yapıldığını biliyoruz. Ancak 20 yıl arayla iki örneği bir arada ele almak, sorunun Erdoğan ve AKP’ye özel olmaktan çok Türkiye sermaye sınıfının kirli karakterinde aranması gerektiğini bize çok iyi gösteriyor.

Savaşı kışkırtmak ve bir basamak ileriye taşımak için işlenen cinayetlerin nasıl medya yoluyla karşı tarafa yüklenildiği de iyi biliniyor. Suriye ordusunun kimyasal silah kullandığı yalanı, BM Yardım Konvoyu’nun Suriye uçakları tarafından vurulduğunun daha yeni iddia edilmesi, hemen arkasından ABD’nin “Uçuşa Yasak Bölge” kartını ileri sürmesi Bosna Savaşında yaşananların tekrarlandığını düşündürüyor.

1995’te Sırplar tarafından yapıldığı iddia edilen pazar yeri katliamından sonra uçuşa yasak bölge ilan edildiği ve NATO’nun insanlık dışı bir yıkıma yol açan saldırısının başladığı biliniyor. Unutulmuş olabilir, uranyumla zenginleştirilmiş silahların kullanıldığı, Sırbistan’ın bütün alt yapısını tahrip etmeyi amaçlayan saldırıya Türkiye’den jetlerin de katıldığını hatırlatalım.

Bosna-Hersek’te hala büyük bir NATO birliği güya barış görevini yerine getirmek için bulunuyor, bir yerde işgal sürüyor.  Bosna’da egemen ve bağımsız bir devlet olduğunu söylemek mümkün değil.

Emperyalizmin alçaklıklar tarihi ve Türkiye sermaye sınıfının bu tarihteki rolü günümüzü anlamak için çok olanak sunuyor.