Belediye seçimlerinde komünist adaylar ne anlama geliyor?

Hemen bütün ülkelerde feodalizmin sonuna doğru kır-kent nüfusuna ilişkin standart bir rakam veriyor tarihçiler: Nüfusun %90’ı köylerde,  %10’u kentlerde yaşıyor.

Bu oran zenginliğin temel kaynağının toprak olduğu ve sömürünün köylü emeğine dayandığı feodalizm için çok normal.

Paranın ve ticaretin feodalizmi parçalamaya başlaması ile kentler büyüyor. Kapitalizmin başından itibaren kentleri yöneten para oldu aslında.

Kentlerde sanayi gelişirken, kırda mülkiyet biçiminin değişmesi geniş köylü yığınlarının kentlere yığılmasına yol açtı. Kırın dağılması; feodal mülkün kapitalist çiftçilerin eline geçmesi, tarımda makineleşme, emperyalizmin bağımlı ülkelerde tarımı ele geçirmesi gibi mekanizmalarla tekrar tekrar gerçekleşti.

Türkiye’de, 1960’lı yıllarda nüfusun  %70’i kır, %30’u kent olan dağılımı, bugün hemen tamamen tersine döndü.

Tarım emekçisi aileler onlar için hiçbir planlama veya devlet desteği olmaksızın, nerede emek güçlerini satabileceklerse, tam anlamıyla bir üretim anarşisi içinde kentlere sürüklendiler. Devlet kentlerin kenarında bir mülkü işgal etmelerine ve yoksulluk içinde yaşamalarına izin verdi, çünkü imalat sermayesinin işçi yığınlarına gereksinimi vardı.

Kabul edilebilir ölçülerin dışında dev kentler oluştu.

Neden?

Çünkü sanayiye yatırım yapan sermaye sınıfı, ülkenin eşitlik içinde kalkınmasını değil, sadece kendi çıkarını düşünüyordu. Sermayenin “en ucuz emek gücüne, en kolay pazara nasıl ulaşırım”dan başka kaygısı yoktu.

Öte yandan kapitalizmin yapısal krizi ile son 40 yıldır sanayiden gelen kâr oranları azalmaya başladı. Kentin kendisi bu azalan kâr oranlarını telafi etmenin başlıca aracına dönüştü.

Köylerden kentlere sürüklenen emekçi yığınları bu sefer kentin yapısına da şekil veren bir tüketime sürüklendiler. Bir yanda aşırı üretim, bir yanda giderek hizmet sektöründe güvencesizliğe itilen yığınların deli gibi tüketmesi için kent yeniden düzenlendi. Mali sermaye, belediyeler, ticaret ve imalat sermayesi arasında yeni bir işbirliği ve döngü tanımlandı.

Kentlere mümkün olduğu kadar çok otomobilin sığması ve mümkünse durmadan hareket etmesi için yeni bir planlama (!) yapıldı. Üst ve alt geçitler, otobanlar, tek yönlü yollar… Çocukluğumda çift kale maç yaptığımız sokak, bugün her dışarı çıkışımızda içi timsahlarla dolu bir akarsuya, bizse timsahlara yem olmamak için büyük bir tedirginlikle karşıya geçmeye çalışan hayvan sürülerine döndük. Daha çok araba sığsın diye apartman önlerindeki ağaçlar kesildi, arabalar çıksın diye kaldırımlara verilen açılar yüzünden yaya yolunda bile yürüyemez hale geldik.

Artık gecekondulara gerek kalmamıştı, çünkü kentin her metrekaresine inşaat sektörünün gökdelenlerini dikeceği araziler gözüyle bakılıyordu.

Sermayenin belediyeler aracılığıyla yürüttüğü ve kentsel dönüşüm denilen bu yamyamca operasyonun sonunda emekçi yığınlarının kullanacağı yeşil bir alan kalmadı ama rezidansların arasına biraz yeşillik ekmeyi ihmal etmediler.

Emekçi yığınlarının ceplerinde para olsun olmasın haftasonu çocuklarıyla gidebileceği tek yer kaldı: AVM’ler.  Yüzlerce markanın arasında boş boş gezen kaybolmuş insanlar oluştu. Düzen bütün sosyalliği yıktığı ve emekçileri evlerine hapsettiği için biraz insan yüzü görmenin bir yolu olarak bu meta fetişizmi gösterisi bir olanak olarak sunuldu.

Değişik partilerden ama hepsi benzer bir siyasi yapıya sahip başkan adayları arasında neden bu kadar büyük bir rekabet olduğunu anlayabilirsiniz.

Belediyeler bugün kârın ve rantın yönetildiği başlıca köşe başları haline gelmiş durumda.

Şimdi yerel seçimlerde komünistlerin ne anlam taşıdığına veya neden onlara oy vermek gerektiğine değinebiliriz.

Bir kere komünist bir adaya oy vermek, kapitalizmin bu korkunç akılsızlığına karşı sosyalizme destek anlamına gelir. Bu nedenle bu oyların sayılması önemlidir.

Bir diğeri ise, komünistlerin kent veya bir beldede yönetime gelmesi, emekçilerin yaşamında gerçekten olumlu bir değişikliğe yol açar. Bazı belediyelere komünistlerin seçilmesi dünyanın hiçbir yerinde sosyalizm anlamına gelmemiştir, ama birçok yerde, Yunanistan’da, Portekiz’de, Hindistan’da, Brezilya’da çok olumlu deneyimler yaşanmıştır.

Ancak üçüncü bir neden gözden kaçırılmamalıdır ve belki de en anlamlısı budur:

Bu oy; kapitalizmin başından beri kentlere sürüklenişimize, kentli emekçiler olarak akılsızca bir üretim ve tüketim sürecine mahkûm edilişimize ve kentin milyonlarca emekçisi içinde yalnız bırakılmışlığımıza bir başkaldırıdır.

Örgütlü davranmaya ve sermayenin iradesine bağlı olarak sürüklenmekten tarihin yapıcısı olan bir özne olmaya geçiş anlamına gelir.

Bu nedenle şunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz:

Oylar TKP listelerinden seçime giren komünistlere…