Başkanlık seçimi ve dış politika

Bu yazıda yurtdışındaki süreçler yerine 24 Haziran Başkanlık seçimleri üzerinden dış politikaya göz atalım.

Sanırım Muharrem İnce’nin seçim manifestosundan şu cümle ile başlamak en iyisi:

“Batı ülkeleri ve Avrupa Birliği ile ilişkimizi ulusal çıkarlarımız doğrultusunda normalleştireceğiz.”

Sizce burada sözü geçen AB ülkeleri dışındaki “Batı ülkeleri” kim?

Kanada mı?

Çocuklar bile burada utangaçça anılan ülkenin ABD olduğunu anlar. Ancak ABD dünya halklarına karşı işlediği tarifsiz suçlar nedeniyle öylesine bir prestij kaybı yaşamıştır ki hiçbir başkan adayı ABD ile ilişkileri normalleştirmek istediğini açıkça söyleyememektedir.

ABD ile normalleşmek nasıl olur?

ABD’nin ve NATO’nun Rusya ve Çin’i askeri olarak kuşatma operasyonuna koşulsuz olarak katılmak, Ortadoğu ve Suriye’de giriştiği kanlı komploların arkasında tam boy durmakla olur. Bunu hiçbir başkan adayı programına yazamaz, kâğıt üzerinde bile çok mide bulandırıcı durur. Çünkü ABD çökmekte olan, ama hâlâ güçlü ve insanlığın baş belası bir devlet olarak “normal” değildir.

Bütün adaylar sermaye sınıfının hizmetinde olduklarını ve aslında programlarında farklılık olmadığını bildirmiş oldular. Aralarındaki en önemli fark uluslararası emperyalist bloklar arasında nerede durulacağı ile ilgili.

Ya Gülen’in iadesi ile ilgili olarak yaşanan ABD’ye usulüne uygun başvuru yapılıp yapılmadığı ile ilgili tartışma…

Hem Muharrem İnce hem AKP’liler şunu çok iyi biliyorlar, 15 Temmuz bir ABD darbesiydi, tıpkı 12 Mart ve 12 Eylül’de olduğu gibi, sadece başarısız oldu. Neden Gülen’i istiyorlar da, o zamanki ABD Başkanının, Dışişleri bakanının, CIA şefinin iadesini istemiyorlar?

Düzen siyasetinin bu ikiyüzlülükten kurtulması mümkün değil. AKP’liler 15 Temmuz’dan sonra Türkiye’yi ziyaret eden ABD’li yetkilileri güzelce bombalanan TBMM’yi gezdirdiler, iki taraf da demokrasiden dem vurdu!

Ayrıca Gülen Tarikatının temel özelliği “terörist” olması değil, ABD casusluk sisteminin uluslararası bir beşinci kol faaliyeti olmasıdır. Resmi ideoloji bir hareketi “terörist” diye damgalayınca gerçeğin üstünü de örtmüş oluyor.

Türkiye sermayesi değişen dünya dengelerinde çıkarları doğrultusunda siyasi olarak yalpalayınca ABD ekseninde demirlemesi için Türkiye siyasetini yeniden yapılandırmak gerekti ve burada Gülen’in şebekesine başlıca bir rol düştü, iş askeri darbeye kadar gitti.

Akşener’in dış politikası için bir şey yazmayacağım, çünkü bu kadar çok konuşup bu kadar bir şey belli etmeyen bir söylem olamaz. Bu sermayeye bağlı siyasetin bir özelliği mi, yoksa zamanında alınmış muhtemel NATO eğitimlerinin kazandırdığı bir özellik mi, bilemiyorum.

Öte yandan başkanlık seçimi için önemli bir aday olmasa da incelediğimiz konuyu tamamlamak için Perinçek’in seçim bildirgesine göz atmamız gerekecek. Çünkü burada diğer adaylarda olduğu gibi, ABD’ye biat veya arada top çevirmekten değil, doğrudan Türkiye’nin Çin’e bağlanması önerilmektedir.

Bu köşede defalarca yazıldı, ABD’nin kirliliği ve saldırganlığı karşısında bazen Çin ve Rusya adaletten yanaymış gibi gözükebilir. Ama bugün Çin ABD’dekini geçen dolar milyarderleri, en yüksek lüks mal tüketimi, toplumsal eşitsizlikleri, devasa sermaye ihracatı ve hızla geliştirdiği askeri gücüyle bir sosyalist ülke değil, emperyalist hegemonya rekabetinin başlıca unsurudur. Biçimsel olarak bugünkü ÇKP sosyalizmin değil, 300 milyon modern proletaryayı düzene bağlamanın ve tekellerin gereksinim duyduğu otoriter rejimin ürünü gibi durmaktadır.

Ayrıca Perinçek’in programı “bölücü terör örgütünün” sınırlarda temizlenmesinden bahsediyor.

Burada da aynı şey, “terörist” damgası gerçeği örtmek için kullanılıyor. Oysa Kürt siyasetinin temel sorunu “terörist” olması değil, Kürt halkının eşitlik ve özgürlük talebini sosyalizmde değil, düzen içinde aramasıdır.

Demirtaş’ın seçim bildirgesine bakmadım, zaten hapishanede olan birisine polemik açmak doğru değil, ancak selam söylenebilir.

Öte yandan Kürt siyasetine hâkim olan pragmatizm hem bu hareketi ABD’nin kuyruğuna takmış hem de düzen için siyasetin bir aktörü haline getirmiş gözüküyor.

İçinde bulunduğumuz yüzyılın sosyalist devrimler çağı olduğunu, insanlığın kurtuluşunun ve geleceğinin ancak bu şekilde olacağını kavramayınca bırakın insanın ülkesini korumayı, kendisini bile düzgün bir insan olarak korumasının mümkün olmadığı bir zaman dilimi içindeyiz.

Bu nedenle “Bu Düzen Değişmeli Platformu”nun milletvekili adaylarını sevgi ve saygıyla selamlıyorum.