Amazon yangınları ve bu yüzyılın temel sorusu

Aşağıdaki şekle bakarsanız yağmur ormanlarındaki yangının ne kadar vahim olduğunu anlamak kolaylaşır. Amazon ormanları binlerce yerinden yanıyor, dumanları gündüzü geceye çeviriyor.

Amazon ormanlarında yangın sadece bu seneye özgü değil, ama aşağıdaki grafik 2013’e göre bu yıl üç kat arttığını söylüyor. Hatta aşırı kurak geçen 2016’ya göre bile daha fazla yanıyor.

Amazonların ormansızlaştırılmasının ulaştığı hız korkutucu bir boyuta ulaşmış durumda, her bir dakikada beş futbol sahası kadar alan ağaçlardan temizleniyor.

Bu yazıda ekolojik dengelerden bahsetmeyeceğiz, zaten okurlar bu konuda bir fikre sahipler. Yağmur ormanlarının atmosfere sağladığı oksijenin, karbondioksiti tutma kapasitesinin ve barındırdığı milyonlarca türün dünyada yaşamın sürmesi için ne kadar kritik olduğunu bilmeyen yok. Ayrıca bu ormanlarda kendi özgün kültürleri ile bir milyon civarında yerli olduğunu hatırlamamız gerekiyor.

Ama bu yazıda esas olarak neden bu yok oluş önlenemiyor, aksine artarak sürüyor, bunu irdeleyeceğiz.

Ormansızlaştırmanın sorumlusunun sığır ve soya fasulyesi yetiştirip ihraç eden az sayıdaki Brezilyalı tekel olduğu söyleniyor. Brezilya’dan talep arttıkça ve fiyatlar uluslararası dengeler nedeniyle yükseldikçe bu tekeller kâr hırsıyla ormanları hızla kemiriyorlar.

Brezilya’yı etkileyen uluslararası ortam ise, bir sürpriz olmamalı, emperyalist hegemonya krizinden fazlasıyla etkilenmiş gözüküyor. ABD ve Çin arasındaki ticaret savaşı bu tekellerin gözünü döndürmüş.

Çin gıda tüketiminde büyük yeri olan soya fasulyesini ABD yerine başta Brezilya olmak üzere diğer ülkelerden temin etmeye başladı. Bu gereksinimi büyük oranda karşılayan Brezilya’nın sadece 2017 ile 2018 soya ihracat rakamları karşılaştırıldığında, %27’lik bir artış görülüyor.

Sığır ihracatı da öyle. Buna aslında yabancı değiliz, “ölüm gemisi” diye basına yansıyan Brezilya’dan Türkiye’ye canlı sığır taşıyan gemileri biliyoruz. Bir iki tanesinin bile Türkiye’de sorun olduğu bu gemilerden binlercesinin Çin limanlarına yanaştığını düşünün.

Çin’deki domuz gribi salgını nedeniyle Çin halkının başlıca besin kaynağı olan domuzların büyük rakamlarla itlaf edildiği ve açığın Brezilya’dan ithal edilen canlı sığırlarla sağlandığı söyleniyor.

Çin’de kolektif çiftçiliğin 1980’den sonra dağıtılmasının ve küçük tarım mülkiyetine dönülmesinin bu salgının önlenememesinin başlıca nedeni olduğunu söylesek yazının ekseni kayacak, biz tekrar Brezilya’ya dönelim.

Çin’in pragmatizminin zaten çevreye karşı pek sorumluluk taşımadığı biliniyor. Brezilyalı tekeller ve onlar tarafından yönlendirilen çiftçiler ise, bu yıl Ocakta göreve başlayan faşist devlet başkanı Bolsonaro’nun başlıca destekçileriydi. Brezilya’da yaşanan sadece bir ABD komplosu değildi, Bolsonaro tipi faşizan eğilimin bu şekilde bir toplumsal tabanı da bulunuyordu.

Bolsonaro çevre duyarlılığının Marksist bir sapkınlık olduğunu söylüyor. Ormanları koruyan yasaları değiştiriyor veya uygulanamaz hale getiriyor. Böylece kısa vadeli çıkarlarından başka ufku olmayan tekeller-kâr-tekellere bağlı siyasetçi döngüsü tamamlanıyor.

G-7 ve özellikle Avrupa emperyalizmi Amazon yangınlarını söndürmek için 20 küsur milyon dolar teklif etti ve Bolsonaro eski emperyalist böbürlenme diye yardımı kabul etmedi.

Tabii ki bu yardım kafalarına atılmalı, sonuçta insanlığın geleceğinin bu kadar riske atılması tekellerin egemenliğinin ürünü. Ama bir çevre ve emek düşmanı faşistin devlet başkanı seçilmesi de tekellerin tasarrufu.

Şimdi başlıktaki, 21. yüzyılın temel sorusuna gelebiliriz.

İnsanlığın yaşamını sürdürmesi için; ormanlar gibi doğal kaynaklar ulusal tekellerin mülkiyetinde veya egemenliği altında mı bulunmalı, yoksa dünya emekçi sınıflarının egemenliği altında mı?

Geldiğimiz noktada ve insanlığın bu ağır bunalımında, yığılmış sorunları çözecek tek şeyin ulusal sınırların giderek eridiği bir emekçi egemenliği olduğunu söylüyoruz.

Eğer tekellerin devleti bir ülkeye müdahale ederse bu emperyalizmdir, emekçi sınıfların egemenliğinde dünya bütünleşirse buna sosyalizm deniyor.