ABD’nin Ortadoğu’da işlediği cinayetler nereye varacak?

Olaylar hızla tırmandı, yılbaşı gecesi ABD’nin Irak elçiliği basılmıştı, yılın ilk günlerinde İranlı komutan Kasım Süleymani yanındakilerle birlikte bir ABD suikastında öldürüldü.

Uluslararası bir haydut devlet olan ABD, yalan ve komplolarla Irak’ı işgal etti, bu süreçte milyonlarca Iraklının ölümüne yol açtı, şimdi işgal ettiği topraklarda cinayetlerine devam ediyor.

Ancak Kasım Süleymani’nin öldürülmesi basit bir cinayet değil, çok önemli sonuçları olabilecek bir kışkırtma gibi duruyor.

İran’daki rejimin niteliğinden veya İran’ın neyi temsil etiğinden bağımsız olarak, Kasım Süleymani son 15 senedir, ABD ve İsrail’in Ortadoğu’daki çıkarlarını birçok kez zedelemiş, sadece asker olarak değil, gölge bir dışişleri bakanı gibi davranmış önemli bir figürdü.

Bu saldırıyla ABD’nin Irak’taki meşruiyeti iyice azalmış ve varlığı çok daha fazla sorgulanır oldu ama bu konuyu başka bir yazıya bırakıp ABD-İran ilişkilerine odaklanalım. Çünkü cinayetin Irak topraklarında işlenmesi asıl hedefin İran olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

1979’da İran’da Mollalar rejimin kurulmasından sonra ABD ile ilişkileri hep gerilimli oldu, ancak son beş yıl içinde gerilimin niteliği ve arka planı değişti.

Bu köşede bunu birçok kez dile getirdik, bugün ABD ve Çin arasındaki yüksek gerilim anlaşılmadan İran kuşatması da anlaşılamaz

2010’larda İran’ın nükleer güç olma isteği üzerinden yükselen sürtüşme belki daha çok bölgesel bir sorun olarak kabul edilebilir. Çünkü İsrail’in hiçbir uluslararası yükümlülüğe uymadan ve bundan dolayı da baskı altında kalmadan uzun süredir nükleer güç olduğu herkes tarafından biliniyor. Ortadoğu’daki temel rakibi olan İran da bunu isteyince emperyalist devletler tarafından kuşatıldı.

Sonunda 2015’te BM Güvenlik Konseyi’ndeki beş devlet ve Almanya’nın katılımıyla bir anlaşma sağlandı.

Ancak Çin’in durdurulamayan yükselişi ile ABD’nin bütün stratejisi değişti. ABD Çin’i 2017’de stratejik rakip olarak ilan etti (siz düşman deyin). 

Büyük bir petrol tüketicisi ve dış pazar bağımlısı olan Çin’in enerji tedarikinde İran ve Körfez bölgesi çok öneli bir paya sahipti. Ayrıca Çin’in kapsamlı bir hegemonya projesi olan Yeni İpek Yolu hem karadan hem denizden İran’ı kullanıyordu. 

İran’ın kargaşaya, Körfez bölgesinin bir savaşa sürüklenmesi ABD’nin Çin’e karşı geliştirdiği başlıca bir strateji haline geldi.

2018’de ABD kendi aldığı kararla Nükleer Anlaşmadan çekildi ve çok keyfi olarak İran’a giderek daha çok can yakan bir ambargo uygulamaya başladı.

Bunlara İran’ın içindeki huzursuzlukları kaşımasını da eklemeliyiz. 

ABD İngiltere’nin de katıldığı bir koalisyon donanmasını Körfez’e yığdı.

Buna karşılık İran, 2016’da Çin’in önderliğindeki Şangay İşbirliği Örgütü’ne katıldı ve Çin’in stratejik ortağı haline geldi.

Çin İran’a karşı girişilecek bir saldırıya izin vermeyeceklerini geçen sene ilan etti.

Ve 2019’un son günlerinde ilk kez İran, Çin ve Rus donanmaları Hint Okyanusu ve Körfez’de dört gün süren askeri bir tatbikat düzenlediler.

Şimdi ise kontrolsüz bir şekilde gerilimin arttığı görülüyor. ABD bir yandan Pasifik'te askeri bir yığınak yaparken, bir yandan da İran’ı petrol rafinelerini imha etmekle tehdit ediyor.

Büyük paylaşım savaşları esas rakiplerin doğrudan birbirine savaş ilan etmesiyle çıkmaz. Kışkırtıcı bir fay hattı bulurlar. Bugün dünyaya baktığımızda, Suriye, Libya, Venezuela, Hong Kong vb. yan fay hatları olarak gözüküyor. Esas fay hattı ise İran’dan geçiyor.

Bütün paylaşım savaşlarının ülkelerinden bağımsız olarak emekçi sınıflara karşı açıldığını hatırlatalım.

Hepimizin tehdit edildiği bu tablodan çıkış ancak kendi siyasi örgütlülüğümüzle olacak.