21. yüzyılda sermaye sevinebilecek mi?

Fidel’in ölümünü sermaye bir sevinç narası atarak karşıladı ve “Nihayet 20. Yüzyıl sonlandı” diye ünledi. 20. Yüzyıl ki Ekim Devrimi ile başlayan belaları giderek artmış, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra korkulu rüyaları bir kâbusa dönüşmüştü. Avrupa’da halk cumhuriyetlerini izleyen, Çin, Küba ve Vietnam devrimleri ile ecel terleri dökmüşlerdi.

Şimdi seviniyorlar, 1917’de başlayan kâbus 100 sene sonra Fidel’in ölümü ile bitti diye.

Sevinmelerine diyeceğimiz bir şey olamaz, sevinsin alçaklar, gerçekten insanlığın kurtuluşa doğru muazzam bir adım attığı yüzyıl sonlandı.

Ancak bu yazıda şunu söyleyeceğiz, 21. yüzyılda sevinebilecekleri hiçbir şey olmayacak. Hatta bu yüzyılın sonunu getirebilecekleri,  bir sınıf olarak varlıklarını sürdürebilecekleri bile çok şüpheli.

Bu iddiayı şu temel fikirlere dayandırıyoruz:

Emperyalist sistemin ağır bir iktisadi kriz içinde olduğunu bilmeyen yok.

Bu krize sermayenin siyasi krizi eşlik ediyor.

Alman emperyalizminin etrafında örülen Avrupa Birliği’nden yayılan “demokrasi” söyleminin nasıl bir sahtekârlık olduğunu çok iyi biliyorduk. Alman faşizmini yaratan sermaye özünde bir değişikliğe uğramamıştı. Naziliği yaratan aynı sinsilik, aynı işçi sınıfı düşmanlığı, aynı gaddarlık…

Şimdi Avrupa’da siyaset hızla özüne dönüyor, faşizm kol geziyor her yerde.

Polonya’dan sonra, Bulgaristan’da da sosyalist geçmişlerine ilişkin sembollerin kullanımı ve tarihin övücü şekilde hatırlatılması yasaklandı.

İngiltere’nin AB’den ayrılmasına yol açan milliyetçi dalga durdurulamıyor, İtalya’yı, uzak olmayan bir vadede Fransa, Avusturya ve Macaristan izleyecek.

Faşizm emekçi halkın faşist eğilimiyle değil, sermaye sınıfının yaşadığı krize bağlı olarak faşizmi tercih etmesiyle açıklanır. Başka bir deyiş ile maskenin düşmesidir.

ABD’de Trump’ın seçilmesi benzer bir sürece işaret ediyor. Eğer Trump ile birlikte ABD’nin içe kapanacağını ve emperyalist iddiasından vazgeçeceğini düşünenler çok yanılıyorlar. Muhtemelen ABD emperyalizmi Trump ile son savaşını yapacak.

Hiçbirimiz ne faşizme, ne savaşa seviniriz, ancak bu işçi sınıfı siyasetinin müdahale edebileceği ve devrimini yakınlaştıracak olanaklara işaret ediyor.

Emperyalist hegemonya krizinin diğer tarafına bakınca, bu coğrafyada da 21. yüzyıl sermaye sınıfına gülmüyor.

Bunun iki nedenini hemen sayabiliriz.

Öncelikle çok övündükleri “küreselleşme” şimdi bir kriz dinamiğidir. Üretimin toplumsal niteliğini kapitalizm taşıyamıyor. Emperyalist sistemin hegemonyası için savaşan güçler öylesine birbirine bağlanmış bulunuyor ki biri çökünce diğeri de çökecektir.

20. yüzyılda büyük yoksul köylü kitlelerini harekete geçiren Çin, Vietnam, Laos gibi ülkeler artık dünyanın en kalabalık işçi sınıfını kapsıyor. Tarihten öğrendiğimiz şey, köylü kitlelerinin şiddetli bir ayaklanma başlatabileceği, devrimin ateşi ile kasıp kavurabileceği ama bunu sonuna kadar götüremeyeceğidir. Bu devrimlerin başına gelen bu ilkeye dayanarak açıklanabilir.

Bu coğrafyalarda bu kadar büyük bir modern proletarya yeni bir olgu ve illaki tarihsel görevi için örgütlenecektir. Başka bir deyiş ile 20. yüzyıldan kalma ve kapitalizmin hizmetine verilen ideolojileri işçi sınıfının tutmaya yetmeyecektir.

En büyük petrol ve doğal gaz şirketinin özelleştirilmesine sevinen Putin’in Rusya’sını da benzer bir akıbet bekliyor.

Ancak 21. Yüzyılda sermaye sınıfının tükenecek olmasının garantisi yaşanan ve giderek derinleşen kriz değil, dünyanın her yerinde küçük ama büyük partileşen Bolşevik iradedir.

Sermaye sınıfının; CEO’larını, borsalarını, kredilendirme kuruluşlarını, irili ufaklı faşistlerini, pornolarını, IŞİD ve Nusra’larını, reklam panolarını, evlilik programlarını, satılık entelektüellerini, liboşlarını, işkencecilerini, insan tüccarlarını, erken sevinçlerini ve kâr oranlarını da yanlarına alıp tarihin çöplüğünü boylamalarına çok kalmadı.