Kelebeğin kanat çırpışı

Yağmur öncesinin efemeral alacakaranlığına nazire diye narin, binbir renk cümbüşünde uçuşan ya da baharın bunaltan sıcağa evrildiği ikindi vakitleri bozkırda havaya akışkanlık edası vererek dalgalanan kelebeklerin tedirgin eden ve bir o kadar da meraklandıran yaşamı hep ilgi çekmiştir. Ömer Seyfettin’in Bahar ve Kelebekler’indeki suskun cinselliğin imgesinden Viktoryen aylak İngiliz’in peşinde aklını yitirdiği kovalamacalardaki neşe ve inada değin uzanan kelebekli bir zihniyet dünyası geçmişin ve şimdinin boşluklarını kendi vazifesince doldurarak kelebekli hayatı mümkün kılmaktadır.

Ancak kelebeğin, kanat çırpışındaki neşeli avarelik ve kırılganlıktan öte, insan oğlunun haklı ilgisini çeken bir bilimsel cazibe merkezi olduğu da doğrudur. Büyük evrimsel biyolog ve evrimsel genetiğin üç kurucu babasından biri olan J.B.S. Haldane, Sanayi Devrimi’nin kirlettiği, rengini yitirip kararan ağaçlara uyarlanma ile iki temel renk formunun evrimini doğal seçilimle modellediği meşhur güve Biston betularia’nın yüzyıllık müze örnekleri üzerinden seçilimin şiddetini hesaplamıştı. Kelebek çalışmaları öylesine yoğun bir ilgiye mazhar olmuştu ki 1950’lerde E.B. Ford ve 60’ların ortalarında da meşhur Kettlewell doğal seçilimi kelebek türlerinin renk ve desen örüntüleri üzerinden izah etmeye çalıştılar. Biston betularia’nın kanat rengi ve deseni genetiğinin sanılandan çok daha karmaşık olduğunu ve hatta renklenme ile doğrudan ilgili pigment genleri dışındaki genlerin asıl rolü oynadığını bugün artık biliyoruz. Öte yandan, yine 60’ların ortalarından itibaren Amerika’lı evrimsel genetikçi Ward B.Watt’ın farklı kelebek türleri üzerinden doğal seçilimi bu kez daha moleküler düzeyde ve enzimlerin işlevsel dinamiklerinin genetik varyasyonla ilişkisini kullanarak yaptığı çalışmalara tanık oluruz. Son yıllarda ise kelebek bu kez evrimsel gelişim biyolojisinin gözde model organizmalarından biri olarak canlı gelişiminin derin tarihsel ortaklıklarını ve genetik temelini anlamak için yaygın biçimde laboratuvarlara girmiştir.

Ülkemize de kelebeğin varışı epey bir zaman öncesine dek gitse gerek, folklorun türlü biçimleri kelebekli örneklerle dolu. Ancak benim bahsetmek istediğim bir çalışma var ki kelebeğin kanat çırpışına sadece nesnel bir anlam yüklemekle mükellef bilimsel alana dair çok hoş bir örneği oluşturuyor. Milli Eğitim Bakanlığı’nın yayını olarak 1953’te çıkmış ve Söke Ortaokulu tabiiye öğretmeni Recep Sezgin tarafından kaleme alınmış hacmi küçük değeri büyük bir kitaba dönüşmüş bu çalışma. Kelebek Araştırmaları adını taşıyan bu kitap, 1944 ila 1951 yılına dek ortaokul öğrencilerinin kelebek ve güveler üzerine yaptıkları gözlem ve deneylerden oluşuyor. Körpe zihinlerin heyecan ve şevkle kelebeğin tırtıl halinden uçuşuna değin evreleri yer, zaman ve üzerinde gelişilen bitki bilgisiyle anlattığı küçük bir servet. Recep öğretmenin kitabın önsözündeki şu cümlesi vaziyeti ortaya koyuyor: “Öğrencilerin çalışmalarından anlaşılıyor ki kitap sahifelerinde ve karatahtada tatmin edilemeyen yaratıcı bir takım kuvvetler mevcuttur. Tomurcuk diriliğindeki bu kabiliyet kuvvetlerinin gelişmesi için imkanlar sağlanması gerekir”. Memleketin bir türlü bir şeye benzemeyen, kuramları zihinlerde bulandırılan bilim eğitiminin olmayan empirik parçasına 60 yıl öncesinden gelen bu vurgunun yarattığı genel ve bir türlü geçmeyen bir arızanın varolduğu hissi, şimdiki zamanımızın ruhunu yansıtarak acı bir tat bırakmakta.
Kelebeğin toplumsal hafızamıza yerleşmiş folklorik algısının ifade ettiği alaksızlık halinin, memleketin bilim eğitimi politikasını cebren belirleyen iktidar seçkinlerinin tutumunu hakkıyla tesbit ettiğini söyleyerek seçilimi anlatmayı, son kez, gelecek haftaya bırakalım.