Ümmet tiyatrosu...

Öyle anlaşılıyor ki seçim sandığına ulaşıncaya kadar, dört ay daha yalan üretecekler. Kuruluş ve kurtuluş düşmanlığının, aydınlanma ve devrim karşıtlığının kısaca kuruluşa, kurtuluşa, aydınlanmaya ve devrimlere olan öfkenin, kinin üstünü örtme umuduyla yalana sarılacaklar.

Kimi devlet ve siyaset adamı, kimi diplomat, kimi bilim insanı.

Seç beğen al. Batan geminin malları bunlar. Aralarında yeni dönemin sivil paşaları da, emperyalizmin dönek maşaları da var.

İşin kolayı bulunmuş, boyun eğilmiş, diz çökülmüş, nabza göre şerbet verilmiş. Uğrunda can verilen, demir çürütülen, volta eskitilen özgürlük, bağımsızlık, eşitlik, hukuk unutulmuş.

23 Nisan yok, Receb’in Regâib’i var. 19 Mayıs yok, Şaban’ın Beraat’i var. 30 Ağustos’lar, 29 Ekim’ler yok. Ramazan’ın şekeri, Zilhicce’nin kurbanı var.

Dün “devletin tiyatrosu olmaz” diyen irade, devr-i iktidarının ilk gününden bu yana “kutlu doğum müsamereleri” ile ümmet tiyatrosu yapıyor.

“Oyun belli oynayan belli de, izleyicisi kim bu oyunun” sorusu, öncelikle çocuklarını büyük bir uysallıkla sorgusuz sualsiz “dört artı dört” karanlığına teslim eden anne ve babalardan yanıt bekliyor.

ON YEDİ MİLYON
İlkokuldan liseye on yedi milyon öğrencisi var ülkenin. İktidarın elinde oyuncak. Gericiliğin deney tahtası oldu canımız çocuklar. Said-i Nursi’nin, Fethullah Gülen’in, İsmail Ağa’nın tutsakları. Nurcu, Nakşi, Vahabi, Selefi pazarının günahkarları. Doktor Mengele’nin laboratuvar kobayları sanki. Bu bab’ta ne söylense uyuyor.

Ülkesinin yazarlarını önce “akbabalara” sonra “tasmalı köpeklere” benzeten (27 Mayıs 2012) Batılı aydınlara “fikirlerini kiraya vermiş ahlaksızlar” diyen (26 Temmuz 2013) bir başbakan için “modern dindar gençlik” elbette “dininin, beyninin, ilminin, kininin davacısı...” olan bir gençlikti. Çünkü kendisi de “kininin davacısı olan” dönemin seçkin devlet ve siyaset adamlarından biriydi.

Örneğin Şevket Kazan’a göre o “Rabbani’nin sağ dizine, Hikmetyar’ın sol dizine” oturduğu gün (21 Ağustos 2012) kılıcını çekip savaşmaya başladı. Öfkesini kiniyle besleyerek iktidar oldu. “Said-i Nursi dinlenseydi...” diyen, “İslami yapılanma...” isteyen akepe’li maarif nazırları atayarak on yedi milyon çocuğu çağından koparmaya yöneldi. On yedi milyon çocuğu “olmadı sil baştan, bitmedi yeniden, yetmedi bir daha” hezeyanlarına kurban etti.

On yedi milyon çocuk hangi pazarlığın öznesi, hangi sistemin kölesi olduğunu bilmeden korkuyla-kuşkuyla büyüdü. Ana okulundan üniversiteye kadar siyaset erbabının elinde hırpalandı.

YAŞAMA MÜDAHALE
Salt çocuklar mı? Elbette değil. Geleceğiyle oynanan on yedi milyon çocuk yalnız değil. On yedi milyon annesi, on yedi milyon babası var çocukların. Otuz dört milyon vatandaş. Otuzdört milyon oy yani.

Dahası on yedi milyon çocuğun okullarında ders anlatan iş başında sekiz yüz bin öğretmen, okulu da dersi de olmayan sokakta dert anlatmaya çalışan üç yüz bin işsiz öğretmen söz konusu. Onların da eşleri, çocukları, akrabaları var.

Yalan dinleyen, yalana inanan, yalana doymayan milyonlar seçim sandığına ulaşıncaya kadar ümidin de düşmanı iktidarın yalanlarını dinleyecek mi?

Yaşamlarına müdahaleye göz yumacak mı? Yaşama müdahale etmiyoruz yalanına karşı bir çift söz bulamayacak mı? Yaşama müdahalenin önüne dikildiğinde gazla boğulmayı, suyla yanmayı, dövülmeyi, kelepçelenmeyi, kurşunlanmayı göze alacak mı?

Dahası bence en önemlisi, yaşama müdahalenin ne olduğunu anlatabilecek mi?

Ümmet tiyatrosunun yaşama müdahale temsilini yarın konuşmaya başlayacağız.