Kozmik...

Seçimden hemen sonra, kazananın kaybedene karıştığı ilk saatlerden başlayarak sonuçların netleşmesine kadar yapılacak tek şey arkada kalana bakmak, halkın oylarıyla neyin gizlediğini neyin sergilediğini sormak olmalı. Düne dair soruların hırsızı arsızı, yalanı dolanı gün ışığına çıkaracağını, geleceği aydınlatacağını unutmamalı.

Çok geriye gitmeye gerek yok. Önce seçim sathı mailinin en sert virajının dönüldüğü 17 aralık sabahından başlayıp, Dışişleri Bakanı’nın odasında “ savaşa girmek için kendi askerini hedef yapmayı göze alan” bir ekibin konuşmalarının kamuoyuna yansıdığı öğle saatleriyle sınırlı , dumanı üstünde taze eskiyi irdelemek yeterli.

Geç kalmadan sormalı. Dinleme yapmayı “ namussuzluk, adilik, alçaklık, ahlaksızlık” gibi hakaretlerle önlemek mümkün mü?

Bu sorunun yanıtı evet ya da hayır olabilir. Evet diyenler terbiyesiz, hayır diyenler terbiyeli kabul edilebilir. Ama önce “Kozmik odasını düzmece operasyonlara açan Genelkurmay’dan kozmik toplantısında konuşulan saldırı seçeneklerini gizleyemeyen Dışişleri’ne uzanan bu süreç kimin eseri?”

Olası savaş planlarının tartışılacağı yer Dışişleri Bakanı’nın odası olur mu? Aşiret çadırında mı yoksa doksanını aşmış bir cumhuriyette mi yaşıyorsunuz?

UÇAK TANK FÜZE
Dışişleri Bakanlığı koltuğunda “Osmanlı Devletler Topluluğu” düşüyle, Şam’da Cuma namazı özlemiyle oturan önce komşularla,sonra halklarla “sıfır sorun” hayaliyle avunan en sonunda “değerli yalnızlık” çizgisine demir atmış,müellifi olduğu “ stratejik derinlik” kuramının derinliğinde kaybolmuş bir dışişleri bakanı olarak aklınca “ülkeyi savaşa sürükleme pahasına kendi iktidarını korumaya” çalışıyor.

İnanması güç ama “Suriye’ye uçakla girmekle tankla girmek arasında ne fark olduğunu” soruyor.

Satır aralarında bakanlığın savaş için ikna çabası gözlemleniyor:

“Kuzey Irak’ta bir tehdit varken biz nasıl özel kuvvetleri devreye soktuk. Orada da sokmalıydık. Oradaki adamları eğitmeliydik. Adamları göndermeliydik.”

Hükümet kararı olmadan Irak’a nasıl girildiğinin anımsatılması yeterli olmuyor. “Ulusal güvenliğin politize edildiği” itirafından sonra Bay Hakan Fidan devreye girip savaş nedeni sayılacak mucize gerekçesini açıklıyor:

“ Şimdi bakın ben öbür tarafa dört tane adam gönderirim, boş alana sekiz tane füze attırırım. Problem değil o. Gerekçe üretilir”

SIKINTI YOK
Nasıl satarız, nasıl aldatırız, nasıl yargılarız, nasıl kısıtlarız, nasıl yasaklarız gibi sorunlardan bunalan halk için “hukuk devleti açısından zurnanın zırt dediği nokta” tam burası. Kamu ve özel sektörün gerekçe üretme merkezleri Gezi direnişinden bu yana iş başında. Yalana da , yasağa da, savaşa da gerekçe bulmakta hiç sıkıntıları yok.Gezi olayları için de belli ki problem olmamıştı:

Kabataş’ta kucağı bebekli türbanlı bir kadın üstleri çıplak elleri siyah eldivenli erkeklerin cinsel ve fiziksel saldırısına uğramıştı.

Gezi eylemcileri Dolmabahçe’de Valide Sultan Camii’ne ayakkabılarıyla girip içki içmişlerdi.

Gezi protestoları sırasında öldürülen gençler için “dört-beş tanesi polise saldırırken” ölmüştü.

SANDIK VE NAMLU
2015 genel seçimlerine kadar operasyonel adı “gerekçe” olan “yalan” üretiminin süreceği, hukuk tanımaz eylemlere gerekçe hazırlanacağı şimdiden belli. DİSK ve ODTÜ için, FB ve BJK için, öğretmen ve polis kıyımı için dosyalar açılmış “üretimi sorun olmayan gerekçe senaryoları” üzerinde çalışılmaya çoktan başlanmış olmalı.

Çok geriye gitmeye gerek yok, dört gün önceye dönüp bakmak yeter. Devletin en önemli güvenlik bürokrasisinin bir araya geldiği o toplantıdan sonra, o gün Özel paşanın tankları Suriye’ye dalsa başbakan markalı bir İslam kahramanı yaratılacaktı. Önce sandıktan çıkan Bay Tayyip’i, sonra namludan çıkacak Bay Tayyip’i düşünün. Bu tehlike bence seçim sonuçlarından çok daha önemli. Geçmiş olsun.