Kızlar uçkur namus bekçi

Sıkı ahlakçı ya... Hep aynı insan. El ele tutuşan biri kız biri erkek iki genci görünce tepesi atıyor:

“Bu şekilde sınırsız kontrolsüz ahlaki erozyonun olduğu ahlaki yapılanma bizi dertlendiriyor.”

Kızlar kaçıyor oğlanlar mı kovalıyor? Oğlanlar kaçıyor kızlar mı kovalıyor? Belli değil. Yok öyle bir şey. Saçmalamayın Nişantaşı’nda iki genç el ele yürüyor.

Uçkur hafiyesi ya... Gözü hep iskelede. Her Kadıköy vapuru yeni bir cürmü meşhut yüklenmiş geliyor:

“Bu toplumun içerisinde değerlerine saygı isteyen anne-baba, kızının birilerinin kucağında oturmasını ister mi?”

Kızlar oğlanlara mı sarılmış, oğlanlar kızlara mı? Belli değil. Uzaktan seçilmiyor. Abartmayın biri kız biri erkek iki genç parkta yan yana oturuyor.

Namus bekçisi ya… Aklı hep orada. Kızlarla erkeklerin aynı evde kalmasında, kızlarla erkeklerin aynı kampüsün yurtlarını paylaşmasında ona göre ya fuhuş ya terör var:

“Siz böyle bir şeyi hoş karşılar mısınız? Eğer siz kızınızla ilgili böyle bir şeyi uygun buluyorsanız, size hayırlı olsun.”

Öğrenci evlerini dikizlemeye yasal kılıf hazırlamak için sürdürülen bu düzeysiz tahrikin en çarpıcı yanı, “benim değerlerim” yaklaşımının şifrelerinde gizli.

Bunlar kimin değerleri? Onun. O kim? Maalesef başbakan. Değerlere bakın hizaya girin, söylemesi benden, yeni değerlerini bekleyin
“Kontrolsuz ahlaki erozyon... Birilerinin kucağında oturma... Kızınızla ilgili böyle bir şey...” gibi yaklaşımlar, Gezi Direnişi’yle toplumsal muhalefetin en güçlü yanını oluşturan üniversite gençliğine ve üniversiteye dönük savaş ilanı gibi.

İtibarsızlaştırma sırası onlarda. Yargı bitti, ordu tamam, sıra öğrencisi ve öğretmeniyle üniversitede.

BENİM DEĞERLERİM
Bay Tayyip’in “benim değerlerim” diye vurguladığı şeyler bilinmiyor ama “dindar gençlik” düşünün bu çağdışı değerler üzerinde yükseldiği biliniyor.

Bu değerlere göre yüzyıllardır “iki kadının tanıklığı, bir erkeğin tanıklığına bedel...” Bu değerlerin peşinde koşanlar, kadınların “aklen ve dinen eksik yaratıklar” olduğu kanısında. Dahası “kadınların erkeğin karşısına şeytan gibi çıktığına” inanıyor.

Bütün bunlar salt onun değil, “Halifeyi, Şeyhülislamı, Şeriye vekaletini, İslam hukukunu, çok kadınla evliliği, ‘boş ol’ demeyi, cuma tatilini, Kuran harflerini, İslami takvimi, Ayasofya’da namaz kılmayı” özleyen bir siyasi kadronun ortak değerleri aslında.

Dile kolay tam ondört asır boyunca koyu bir inatla Batı kültürünü, sanatını, edebiyatını, şiirini, operasını, dansını, balesini, resmini, heykelini reddeden müziğinden, sinemasından, tiyatrosundan uzak duran bir anlayış bu. Tesettürden, türbandan, dar etekten, etek boyundan, açık yakadan, yırtmaçtan, kısa koldan, dar pantalondan, açık yakadan, mayodan, yüksek topuktan, kırmızı rujdan, kadın sesinden, gülüşünden rahatsızlık üreten bu değer sıralamasından utanan sıkılan kimse yok.

KORKU VE BASKI
Cinsellik ve tahrik, siyaset yapma tarzlarının vazgeçilmez ögesi. Kadınla aynı mekanı paylaşmayan, kadınla yan yana yürümeyen, kadını haklı kılmayı, kadına hak vermeyi “şeytanı haklı kılmak, şeytanla dost olmak” anlamında yorumlayan, kadın erkek eşitliğini yadsıyan bir ekol bu.

Cenneti kadınlar için düşünmeyen, cehennemden söz açıldığında kadını anımsayan, cennetteki kadını cennetlik erkeğe armağan eden ve benzeri yorumlarla korku ve baskı üretiyor.

“Saçlarını yabancı erkeklerden gizlemeyen kadın saçlarından, kocasının izni olmadan çocuğunu emziren kadın göğüslerinden, evden kocasının izni olmadan çıkan kadın bacaklarından asılıp cezalandırılıyor.”

Bir kadın düşmanı gibi davranan iktidar yanıltıcı önlemlere başvuruyor. Evlenme ve doğum konusunda kesenin ağzını açıyor, kadınlara akçeli haklar tanıyor. Aynı evde kalan üniversiteliler evlensin istiyor. Liselilere evlenme hakkı tanıyor. Liseli evli kızlara açık lise olanağı veriyor. Evlenen öğrencilerin kredi borçlarını siliyor. Genç evlilere on bin lira veriyor. Kadınlar üç çocuk doğursun istiyor, onsekiz hafta doğum izni veriyor, üç çocuklu kadına bir yıl yarım gün çalışma hakkı tanıyor.

Kısaca başını kapatıp aşağıladığı kadını eve kapatıp yüreğini karartıyor.