Keyfini çıkar...

TAHRİK VE TEHDİT: Bir insan ancak bu kadar şey olur. Söz verdi mi yapıyor görünüyor. Yapmasa da dert değil. Işıklı mavi camın içinden her göründüğünde milyonlar “at martini...” diyor. Yapmış gibi/olmuş gibi esip üfürüyor, öfke ve kin kusuyor. İnanılacak gibi değil kendi halkına pusu kuruyor. Önce tahrik sonra tehdit ediyor. Tahrik ve tehdit elbette yalanla süsleniyor.

Siyaset yapma tarzlarının vazgeçilmez ögesi tahrik. Onlar tarih boyunca “tahrik’in” dayanılmaz gücüne sığındılar. Kimi zaman karşıtlarını, kimi zaman kendi kendilerini tahrik ederek yaşadılar. Tahrikle beslendiler.

Yıllar önceki bir saptama imamın ordusunun eliyle Gezi Parkı’nda bir kez daha doğrulandı:

“Tahrik olup ‘tahrip...’ ettiler. Tahrik olup ‘tahrif...’ ettiler. Tahrik olup ‘tehdit...’ ettiler. Tahrik olup ‘tahrim...’ ettiler. Tahrik olup ‘tahmis...’ ettiler. Tahrik olup ‘tahnik...’ ettiler. Siyaset mantıklarının özeti bu. Yakma/yıkma’larının, saptırma’larının, korkutma’larının, yasaklama’larının, ateşe atma’larının, boğma’larının düşman yaratma’larının dayandığı gerekçe bu.” (İslam Faşizmi, E. Tuşalp, Mayıs 1999)

Bıkıp usanmadan yeni tahrik ve tehdit nedenleri üretiyor. Akıl alacak gibi değil, Gezi Parkı’na sahip çıkanları önce “ideolojik olmakla” suçluyor, sonra hızın alamayıp Atatürk Kültür Merkezi’ni yıkmakla “tehdit” ediyor. Önce tahrik ve tehdit, sonrası “malum”.

Önce gaz, sonra su. Sonra sırasıyla cop, cip, tekme, tokat, yumruk, kelepçe elbette küfür ve hakaret.

Onun/onların demokratik hukuk devleti modelinde bağımsızlığa, özgürlüğe, eşitliğe yer yok. Peki ne var? Elbette o var. Kendi var, onunkiler var, kendininkiler var. Kısaca varsa yoksa o. Onun her şeyi o. Her yerde her zaman o var, onlar var.
***
KISASA KISAS: Taksim’i cami avlusuna çevirip gericiliği abideleştirme projesine başladığından beri ya “karar verdim, olacak o kadar...” diye bağırıyor ya “başbakan ne derse o olur...” diye bastırıyor.

Öyle ya da böyle o “astığın astık kestiğin kestik” bir başbakan. Parmağını uzatacak “dikerim” derse dikilecek “yıkarım” derse yıkılacak.
Sadece işaret parmağı değil, ışıklı mavi camdan uzatıp gözümüze soktuğu. Yanında temel çivisi gibi duran baş parmağı da var. “İki gözüm üstünde” diyene, benim de “iki parmağım iki gözüne” der gibi.

Kısasa kısas yani. İşleri bu, parmak sallayıp gözdağı vermek, sindirip korkutmak, korkutup kaçırmak.

Bir elin beş parmağı var, ikisi karşıtlara tamam, üçü kime? Dramın başladığı yer işte tam burası. Çünkü o üç parmağın kimi gösterdiğinin farkında bile değil. Huyunu suyunu bilen eş dost biri çıkmalı üç parmağın kendini gösterdiğini söylemeli. İnanmıyorsa işaret parmağını sallarken aynaya bakmalı.

İki parmağın karşındakini, üç parmağın sahibini gösterdiğini görmeli. Salt Türkiye’de değil Müslüman coğrafyanın tümünde din örtüsü altında uygulanan baskıların adı konmalı. Boğazına kadar faşizme battığını artık görmeli.

Laiklik karşıtı eylem ve söylemlerin odağı olan İslam referanslı bir siyasi parti tarafından yönetilen ülkede demokrasinin hayal olduğuna o da onunkiler de inanmalı.

***
ÇIKMAZ SOKAK: Şimdi “ben ne yaptım...” demenin tam zamanı. Önce “Finans kapitalin tam desteğindeki İslam sermayesinin, Arap ırkçılığıyla birlikte hareket eden en gerici, en ümmetçi, en şoven kesimlerinin Amerikan emperyalizmi güdümündeki açık ve terörist diktasına” başkanlık etmenin “ihanete giden mecburi istikamet” olduğu gerçeğini kavramalı. Sonra devleti “Arap Vahabiliği+Türk Hanefiliği+Kürt Nakşiliğine teslim etmenin çıkmaz sokak olduğunu anlamalı.
Daha önemlisi “bitirimin ciğerinden gelen bir Kasımpaşalı olarak” bükemediği bileği öpmeli, halkın gücü karşısında yenilmenin tadını çıkarmalı.