İplemedi…

Hem “adalet bakanı” koltuğunda otur, hem de “hukuk devleti yıkıcılığı” yap. Olacak iş değil. Ama oldu. Adları siyasal tarihe “hukuk devleti yıkıcıları” olarak yazıldı.

Kim yaptı, neden yaptı, nasıl oldu sorularına yanıt aramak gerek.

Önce Cemil Çiçek, Mehmet Ali Şahin, Sadullah Ergin ve son numara Bekir Bozdağ’ı tarihin şaşmaz adaletine teslim edelim.

Hukukun bu adamlara teslim edilmesine raslantı demek zor. Belli ki bilinçli bir seçim. Rejimi karanlığa gömen “işbu dört adet” adalet bakanının özgeçmişlerinde imam hatip öğrenimi var. Sanki onlar arasından seçilmiş gibiler.

Seçen de imam hatipli. “İmam hatipli devlet başkanı” diye sayıklayan, “bütün okullar imam hatip olacak” düşü gören ama aslında inancının şartlarını yerine getirmeyen “yalan söyleyen, iftira atan, aşağılayan, küfreden, haram yiyen...” ve benzer özellikleri olan bitirim bir imam. Kendi deyişiyle şehr-i İstanbul’un imamı.

Kısaca akepe’nin bakanlık ikram ettiği bu dörtlü “okul dayanışması / futbol paslaşması benzeri bir tür şovenizmini” ürünü olarak o koltuğa oturdu.

Bu muhteremlerin dördü de ilkokulu bitiren küçük çocuklar olarak, hiç bilmedikleri bir dille yazılmış uzun metinleri ezberlemekle boğuşarak hayatla tanıştı. Japonca, Çince, Yunanca bir metnin ezberleme mecburiyeti için harcanacak beyin gücü yitimini düşünmek bile bu eğitimin ağırlığını anlamak için yeterli. Dahası yaşıtları gülüp oynarken onlar “siyer, fıkıh, tefsir, hadis, kelam...” gibi adını ilk kez duydukları inanç dünyasının soyut disiplinleri arasında günah korkusuyla büyüdü. Altı yıl sonra okul bitti.

İlk gençliğin deli kanıyla ülkenin dört bir yanında göreve başlandı. Sünni inanışlı Müslümanlara günlük yaşamın dinsel kuralları öğretildi. Gerisi dışlandı.

GÜVENCE İLE MÜJDE
Son günlerin ses kayıtları sepetinden adalet bakanlığı müzesinin önde gelenlerinden eskinin adalet bakanı, yeninin Hatay Büyükşehir Belediye Başkan Adayı nam-ı diğer Alidibo, Sadullah Ergin çıktı.

Başbakan “küçük ricalarını” dillendirdi, adalet bakanı “kem kümle idare ettiğini sandı. Oysa dünya alem hukukun katline naklen yayınla tanık oldu:
“Beraat kararı değişsin” emrin olur! “O adama ceza verilsin” başüstüne! “Yargıtay aşaması takibe alınsın” peki ağam! “O ihale iptal edilsin” başım gözüm üstüne! “Danıştay başkanı kadın olsun” elbette beyim!

Başbakan’ın istekleri aynen böyleydi. Ama o, ne emrin olur pirim ne başüstüne mirim dedi. Keşke deseydi.

BİZİM İÇİN ÖNEMLİ
Sözde laik demokratik hukuk devletinin sözde adalet bakanının yanıtları kimseyi şaşırtmadı.

Doğan Grubu yöneticilerinin yargılandıkları yerel mahkemenin beraat kararı için, başbakana “Hâkim Alevi. Ama Yargıtay aşamasında sökmez” dedi. Mahkumiyet için güvence verdi. Sesi titremedi.

Yetinmedi kendi görüşlerinden 2000 yargıç 400’lük ve 600’lük iki grup halinde “sisteme kazandırılacak” dedi. Kadrolaşmayı müjdeledi. Kükrüyor gibiydi.
Yargıtay güvence ve kadrolaşma müjdesine küçük bir uyarı ekledi:

Zerrin Güngör’ün Danıştay Başkanlığı’na seçilmesi için rakip aday 13. Daire Başkanı Nevzat Özgür’ün yarıştan çekilmesini istemenin yanlış olduğunu anlatırken “özelleştirmeler ve imtiyaz sözleşmelerine itirazları karara bağlayan bu dairenin kendileri için önemli olduğunu” söyledi. Utandığını sanmıyorum.

ARTIK HERKES BİLİYOR
Aslında ister hukukçu ister imam olsun bu adamlardan hiçbiri bağımsız yargıdan yana olmadı. Tankla topla yürürlükten kaldırılan, jiple copla yürürlüğe sokulan anayasaların tümüne yazılan “yargıcın anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm vereceği” ilkesini önemsemedi.

İktidarın hukukçusu olarak ortada dolaşanlardan hiçbiri “yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemeye ve yargıca emir ve talimat verilemeyeceği” kuralını içine sindiremedi.

Kısaca bu adamların tümü “yasama ve yürütme organları ile idarenin, mahkeme kararlarına uymak zorunda olduğunu mahkeme kararlarının hiçbir suretle değiştirilemeyeceğini ve uygulamanın geciktirilemeyeceğini” iplemedi.

İslam faşizminin kurguladığı bu beş adam “tek parti diktatörlüğüne” olmazsa “devlet başkanlığı diktasına” giden yolun taşlarını kendi elleriyle döşüyordu.

O güzel Haziran’dan bu yana artık herkes her şeyi daha iyi biliyor, daha iyi görüyordu.