Gölge...

Recep Tayyip, Abdullah Gül karşıtlığı dün de vardı bugün de var. Yarın kim kimi tarihin tahtına çıkarır, kim kimi tarihin çöplüğüne batırır belli değil. Ama yıllar “İki Recep bir Abdullah mı, iki Abdullah bir Recep mi” sorusuna yanıt aramakla geçti. Recep Tayyip’in hiç bıkmadan hırpalayıp tükettiği, dahası bir bilinmeyene sürüklediği toplum için Abdullah Gül her zaman nedense umut kapısı oldu.

İktidarın eksen değiştirme manevralarından, yalan ve çıkar üretme politikalarından yorgun düşen halk yaptı’lardan yapmadı’lara, oldu’lardan olmadı’lara, görüştü’den görüşmedi’ye, dedi’den demedi’ye kısaca yalan’dan talan’a, soygun’a vurguna savrulmaktan tükendi. Türkiye Başbakan Bay Tayyip’in çağdışı düzenlemelerinden kurtulmak için her seferinde nedense sessiz ve derinden giden Gül beyin kapısını çaldı.

Başbakan damgalı temel hak ve özgürlüklere aykırı, baskıcı yasakçı ayrımcı, hukuksuz- adaletsiz, demokrasi dışı zararlılardan kurtulmanın çaresini Çankaya’da aramanın mantığı yok. Yok çünkü orada herkesin bildiği “iyi polis kötü polis” oyunu var. Bu bir pusu.

SAHTE TESLİMİYET
Bu pusuyu bozmak için “yok aslında birbirlerinden farkları, onlar aynı sokağın çocukları” yargısını doğrulamak gerek. İktidar Gezi isyanı ardından bastıran 17 Aralık ve 25 Aralık hırsızlık yolsuzluk soysuzluk depreminden en az zararla çıkmak için polis devletine teslim oldu. Kanıt temizledi, tanık ayarladı. Kendi savcısı yargıcı, kendi polisi jandarması ve milli istihbaratçısıyla tarihin en büyük pisliğini örtmeye çabaladı. Eli kolu ağzı dili bağlı mahsun ve mazlum yurdum insanı için çözüm yine Cumhurbaşkanı Gül beyin vetosu oldu. Ama haberleşmenin çanına ot tıkayan İnternet yasası “eşeği boyayıp satma” yöntemiyle onaylandı. Umutlar kara bağladı. Sırada yeni düş kırıklıkları var.

HSYK yasasıyla hukuk devletine son vermeyi MİT yasasıyla istihbarat devleti kurmayı amaçlayan girişimler gündemde. Bu projelerin”müellifi” elbette iktidarın başı. Tamam. Ama projelerin “tasdikçisi” devletin başı Gül bey değil mi? Sahte bir teslimiyet ve “ben ne yapabilirim” mazeretine sığınarak.

Gül bey umudunu eyleme dönüştürüp yeni düşlerin peşine takılmaya hazır insanlar var. Bakanlar kurulunu toplasa, televizyondan seslense iktidarı da halkı da uyarsa. Olmaz. İki dünya bir araya gelse yapmaz. Çünkü son tahlilde o da TC ile TİC arasında tercihini yapan ve bunu açıklayan bir takımın adamı.

İSLAM HAYAT TARZI
Birinin “Cumhuriyet bitmiştir” derken ötekinin “referansımız İslam” dediğini anımsamak o kadar zor değil. Zor olan aslında geçmişi satın alıp bu sabıkalardan kurtulmak.

CIA Başkanı John Deutch genel seçimlerden dört ay önce onunla görüşmüş, “yönetime gelecek olurlarsa Amerika’nın çıkarlarına aykırı davranmayacakları doğrultusunda” ondan güvence almıştı. (Hürriyet, 12 Ağustos 1995)

O her şeyden önce açık açık “Cumhuriyet bitmiştir, laik sistemin değiştirilmesi gerekir” diyen bir siyaset adamıydı. (The Guardian 27 Kasım 1995)

“İslam’ın yalnız ahreti değil, dünyevi düzeni de içerdiği bir gerçektir. Ben bir Müslüman olarak buna inanıyorum. Türkiye’de geçerli kanunlar arasında İslam’a aykırı olan da var olmayan da. Aykırı olanlar baskıdır. Baskı kalkacak. Bu hakkı kullanacağım. Düzen Türkiye’de İslam’ı camiin içine hapsetti. Biz İslam’ı hayat tarzı olarak görmek istiyoruz” (Milliyet, 10 Aralık 1995)

Türkiye’nin “demokratik bir İslam devleti olacağından” söz ediyordu. (Die Welt, 23 Kasım 2002)

UTANCIN KAYNAĞINDA
Bunca söylem ve eylemin belirlediği yakın geçmişini satın alamadığı gibi, geçmişini boyayıp satamıyor. Örneğin Başbakan’ın “istiklal mücadelesi ilan ettiğini” duymazdan geliyor, son arzunu söyleyen bir mücrim gibi “yargı bağımsızdır” demekle yetiniyor.

Geçmişini satın alma olanağı olmadığı için üç maymun kurnazlığına başvuruyor. Örneğin Başbakan’ın “yargının ve polisin içindeki çete savını” duymazdan geliyor, sanki böyle bir şey hiç yokmuş gibi “paralel devlet olmaz” demekle yetiniyor.

Kısa ve anlamsız yanıtlarla dava arkadaşlarından, yoldaşlarından, suç ortaklarından uzak durarak eskinin üstünü aklınca örtmeye çalışıyor.

Arkadaşlar dostlar bir yana dalkavukluğun, eyyamcılığın ve renkten renge giren piyasa ahlaklı “sömürge aydınının” kapı kapı dolaştığı bu sürecin iki mimarından birinin Recep Tayyip Erdoğan, ötekinin Abdullah Gül olduğunu herkes biliyor.

Bugünkü utancımızın kaynağında onların başarı saydıkları ihanetin gölgesi var.