Ey tarih..

O MUHTEŞEM ÜSLUP: “Ey”ler, tespih tanesi gibi birbiri ardına sıralanıyor. Ey Nobel, Ey BM, Ey oğul, Ey sevgili... Biri bitiyor, biri başlıyor. Her “Ey”den sonra sıranın hangi “Ey”e geleceği doğrusu merak konusu. Hızını alamayıp “Ey bu vatan için toprağa düşmüş asker...” deme haleti ruhiyesine girmek üzere olduğuna ilişkin söylentiler dolaşıyor. Bahse girenler var. Diyecek... Daha şimdiden bire üç veriyor. Doktorlar, toplum bilimcileri, siyaset yorumcuları eller yürekte, kulaklar kirişte yakın takipte.

Topların çelik ağzının hücum marşı çaldığı, Afyon üzerinden İzmir’e büyük yürüyüşün başladığı, Kurtuluş süvarilerinin emperyalizmi önüne kattığı ağustos bitti bitecek. Bugün olmazsa yarın mutlaka orduya da bir “Ey...!” çakmak gerekecek. Ama birileri “Başbuğ’u daha yeni içeri attık, Özel Paşamızın ağzı var dili yok, biraz sussanız” diye kulak çekecek olursa çaresiz susulacak.

Ordu olmazsa büyük emeklerle oluşturduğu yargının önüne bir “Ey..!” getirip, isterse Yargıtay’a, dilerse Danıştay’a kükreyecek. “Ey..!” ile başlayan “ilahi adaletli, kefeniyle gezmeli, boynu idam ipli..” gözü yaşlı mazlum nutukları atacak.

Elbette güncele girecek, her birinin başına birer “Ey..!” koyup Mısır’ını, Mursi’sini, Müslüman Kardeşler’ini kucaklayacak.

“Ey başkanım Obama’nın Amerikası, Ey kralım Fahd’ın Arabistan’ı, Ey Körfez’in minik emirleri...” girizgahıyla “geç kalmış” Suriye işgaline, “tez zamanda” Mısır müdahalesine karşı olan kim varsa tümüne birden o muhteşem üslubu ile aklına geleni söyleyecek.

***

JUSTİN İLE DAVİT: Şöyle bir soru var acaba aklına gelen mi söyleniyor, yoksa söyle denilen mi? Akla gelme olasılığı düşük. Ancak söyle diyenin kim olduğu da belli. O zaman bir bilene sorup aydınlanmalı.

Cornell Üniversitesi’ne gitmeli, yine o “Nobel ödüllü..!” bilim insanları Justin (Kruger) ile Davit’i (Dunning) bulmalı, bu ne iştir demeli:

“İşinde çok iyi olduğuna yürekten inanan bazı insanlar, kendini ve yaptıklarını övmekten, her işte öne çıkmaktan ve üstesinden gelemeyeceği görevlere talip olmaktan en küçük bir rahatsızlık duymaz. Aksine bunu uyanıklık sayar, üstelik bunun hakkı olduğunu sanır.”

Bilimin içinden süzülüp gelen bu yanıt kimseyi şaşırtmasın, kimse üzerine alıp kızmasın, küsüp darılmasın. Justin ile Davit’in adları yeni bir “Ey Nobel durumu” olarak “Nobel’den barış ödüllü Baradey”in yanına yazılıp kayda alınsın.

***

ZULÜM İLE ZALİM: Psikolojiyi geçelim, tarihin perdesini aralayıp “tarihi yapanlarla tarihi yok edenlere” şöyle bir bakalım. Görüneni saklamaya gerek yok. Görmek isteyen görür. Görmeyenin kazancı bol olur.

Gazeteyi dergiyi, haberi yorumu, kitabı şiiri, filmi fotoğrafı, tiyatroyu besteyi, resmi heykeli silerek, sansürleyerek, yırtarak, yıkarak, keserek, yapıştırarak, yasaklayarak, yargılayarak, toplatarak ve hatta yakarak dahası yazanı çizeni, basanı satanı kelepçeleyerek yapılan tarih, tarih sayılmıyor.

Bu tarih zulmün tarihi oluyor, bu tarihi saklayana zalim deniyor.

Örnek olsun Recep Tayyip Bey’i Mısır’da El Sisi, Suriye’de Beşar Esad, Libya’da Muammer Kaddafi ile birlikte görüntüleyen fotoğrafları resmi internet sitesinden silen kafa, İslam faşizminin değirmenine su taşıyor.

Tarihin gücü Mussolini’nin, Hitler’in, Franco’nun, Salazar’ın, Pinochet’nin, Vidala’nın, Hikmetyar’ın, Ladin’in, El Beşir’in, El Kadı’nın, El Turabi’nin, Şeyh Ömer’in, Gannuşi’nin, Mustafa Şekur’un, Isam El Atar’ın, Rabban Kebir’in zulmünü saklamaya yetmiyor.

Bilinen o ki özgürlüğün, eşitliğin, bağımsızlığın, emeğin tarihi “Ey’lerle.!” ağlayıp sızlayanlara hiç ama hiç yüz vermiyor.

Selefi ve Vahabi akımlar bunlara yön veren Hassan el-Turabi, Mevdudi, Eymen el-Zevahiri, İbn-i Teymiye, Abdullah Azzam gibi eylemciler ve teorisyenler, Müslümanların sadece Hıristiyan ve Yahudi mezaliminden kurtarılmasını değil, tüm dünyada kendi akıllarına uygun bir İslami düzenin kurulmasını hedeflediklerini bilmiyor mu?