Dün Saddam bugün Esad

Erbil Tuşalp'in “Dün Saddam bugün Esad” başlıklı yazısı 13 Mayıs 2013 Pazartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

ÇEVİRİ HATASI: Dedi mi demedi mi… Dedi dedi. Hayır demedi. Bal gibi dedi. Tayyip bey “Suriye’ye kara harekatı yapılmasını destekleriz” dedi. Demesine dedi ama öyle demedi. Dedi demedi tartışması başlamadan bitti.

Her tür kiri pası titizlikle temizleyen “siyaset-matbuat” ittifakı “duruma vaziyet” etti. Sorun “çeviri hatası” olarak etiketlendikten tam bir gün sonra, Reyhanlı patladı.

Reyhanlı’yı elbette Obama ve Putin şifreledi. Ama şifrenin çözümü Tayyip Beyin tutumuna bağlandı. Kine, öfkeye, hakarete, küfre dayanan Suriye politikasının mimarı Recep Tayyip Erdoğan, Washington ve Moskova’nın “Esad’lı çözüm”üne hayır diyecek değildi. Sorun önce “saptırılacak” sonra çaresiz boyun eğilecekti. Vahşeti Dolmabahçe Sarayı’nda “çözüm sürecini hazmedemeyenlerin” sırtına yükleyecek, Beyaz Saray’da af dilenip diz çökülecekti.

“Nisyan ile malül” akepe iktidarı, nasıl olsa Suriye ilişkilerini de, Reyhanlı’nın masum ölülerini de unutacak ve unutturacaktı.

***

DELİKTEN AŞAĞI: Neler unutulmadı ki. Yıllar öncesinin akla ziyan o çeviri hatasını şimdi anımsayan var mı?

Tayyip Bey’in “beynimin yarısı” dediği başdanışmanı American Enterprise Institute’nün orta yerinde Başbakan’ının “delikten aşağı “süpürülmemesini” ve hatta “kullanılmasını” istemişti. “Siyaset-matbuat” ittifakı soruna el koymuş “çeviri hatası” yapanı suçlayıp olayı kapatmıştı. Dick Cheney, Nancy Pelosi, Richard Holbrook, Marc Grossman, Paul Wolfowitz, Alvora De Soto gibi dünya siyasetine yön veren insanlarla ilişkisi dikkat çeken “Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın Başdanışmanı” Cüneyd Zapsu’ya “sen ne diyorsun” diyen olmadı. “Süpürülmek de kullanılmak da” her şey gibi unutuldu.

***

BİR KOY ÜÇ AL: “Reyhanlı patlaması kimin işine yaradı?” sorusuna yanıt aramak ve de “süpürüleni ve kullanılanı” bulmak için en etkin yol tarihin bahçesinde dolaşmak:

1950’lerde ABD’nin “Ortadoğu’da Barış ve İstikrarı Koruma” kararlarına kurban edilen Türkiye, 1970’lerde “Savuma Ekonomik İşbirliği Antlaşmaları’nın” peşinde koştu “üs yok, tesis var” yalanlarıyla uğraştı. 1980’den sonra NATO’nun Ortadoğu ve Körfez bölgesine yayılan sorumluluk alanında ileri karakolluk göreviyle avundu, 1990’larda “bir koyup üç alma sevdalısı” bir aklı evvelin peşinde Kerkük-Musul seferine soyundu. 2000’lerin başında ise her sabah “Yeni NATO’nun alan dışı operasyonlarında görev alma düşü” ile uyandı.

2003’te ilk işaret Başkan Bush’un güvenlik danışmanı Condoleezza Rice’ın “Fas’tan Çin sınırına dek 22 ülkenin siyasal ve ekonomik coğrafyasını değiştireceğiz” açıklamasıyla verildi.

Önce yüzbinlerce insanın yaşamı pahasına “Saddam rejimini bitirmek, kitle imha silahlarına ulaşmak, İslamcı terörist grupları tasfiye etmek, petrol altyapısını güvenceye almak, Irak’ı Ortadoğu ülkelerine model yapmak” gibi ulvi bir amaçla, Irak işgal edildi.

En sonunda 116 günde başbakan yapılan Tayyip Bey “Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanı payesi” ile tahtına oturup muradına erdi.

Bugün Esad için söylediklerinin benzerini, dün Saddam için söyleyerek, Amerikan emperyalizminin has odasına yerleşecekti.

Ortadoğu’nun mazlum halklarının dünü hep bugüne benzedi, yarını hiç olmadı. Ama bunu hiç kimse ona söylemedi. Hiç kimse “Olmuyor Tayyip Bey, kullanıyorsunuz” demedi.