Bugün 5 Ağustos...

SON CİLT: Tarih unutur mu? Unutur. Tarih zamanı yener mi? Yener. Tarih öç alır mı? Alır. Tarih umutsuz bir çaba mıdır? Hayır.

Tarih ikiyüzlü müdür? Evet. Haini kahraman, kahramanı hain ilan eden işbirlikçi döneklerin oyuncağı olduğu bilinir. Peki, tarihin gerçekten şaşmaz adaleti var mıdır? Bu sorunun yanıtı zaman ve mekanla yakından ilgilidir. Örneğin bugün, 5 Ağustos 2013 Pazartesi. Ve burası Türkiye. Rejimin savrulduğu yeri saptamak için önemli bir gün. Dahası büyük bir fırsat.

Hukuk ve adalet penceresinden bakarak “Bu iktidar kimin yaşamını değiştirdi? sorusuna yanıt aramak için, yasak bölge ilan edilen Silivri’ye uzanıp tarihin yakasına yapışmak gerekiyor.

Yapışalım. Hüküm kesinleşmediği için kararlara hiç karışmadan, on bir yıllık akepe iktidarının onbinlerce insanın yaşamını değiştiren baskı ve zulüm tarihinin son cildini açalım bildiğimiz davalar gibi olmayan hukuk devletine hiç yakışmayan bağımsız yargı kurallarıyla bağdaşmayan “davanın” kısa öyküsüyle başlayalım.

“Bu iktidar kimin yaşamını değiştirdi sorusunu tarihin çöp sepetine atalım.

***

GİBİ DEĞİL: Dava, dava gibi değildi. “Bu davanın savcısı benim” diyen Başbakan Recep Bey’in iltifatına mazhar olan, Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun koruma kanatları altında yürüyen ancak daha ilk gün inandırıcılık şansını yitiren bir dava bu.

Mahkeme, mahkeme gibi değildi. Dikenli tellerle çevrili adı cezaevi olan “toplama kampının” ortasında adalet dağıtan özel bir mahkeme. Evrensel hukuk kurallarına aldırmayan ve uluslararası standartlara uymayan, adil yargılama duyarlığından uzak, dahası “somut suç değil, niyet yargılayan” Başbakan’a bağlı bir hükümet organı.

Yargıçlar, yargıç gibi değildi. “Bana bir savcı bulun” buyruğuyla seçilen, özgeçmişi şeffaf olmayan bir savcı tarafından suçlanan sanıklar “doğal olmayan yargıçlarca” sorgulanıp, Özel Yetkili Mahkemelerde “olağan dönemde olağanüstü yargıçlarca” yargılandı. Birbirini ihbar eden, birbirinin telefonunu dinleten savcı ve yargıçlar oldu.

***

GECE YARISI: Gözaltı, gözaltı gibi değildi. Bilim insanı, aydın, devlet ve siyaset adamı, üniversite rektörü, gazeteci, yazar, sendikacı, dernek başkanları, üst rütbeli askerler gece yarısı yapılan ev baskınlarıyla toplandı. Ev ve işyerleri hoyratça arandı. Kaçma şüphesi olmadığı halde insanlara kelepçe vurulup polis merkezlerine götürüldü.

Tutuklama, tutuklama gibi değildi. Emniyetin sızdırdığı belgelerde adı geçen herkes tutuklandı. Hükümet yanlısı gazeteciler “tutuklanacak listeleri” yayınladı. Tutuklama kararı vermeyen ya da tutukluyu salıveren yargıçlar cezalandırıldı.

Soruşturma, soruşturma gibi değildi. Okyanus ötesi kaynaklı stratejik planlamanın öngördüğü senaryo doğrultusunda Fethullahçı polislerce yapıldı. Davanın en başsavcısı Başbakan, dalga dalga gelen tutuklamalardan rahatsız oldu. Önce “Bu dalgalar böyle arka arkaya geldikçe o dalgalarda kusura bakmasınlar ülke boğulur” dedi. (9 Mayıs 2012) Sonra “Şimdi bizim bu kadar fırkateynlerimiz gemilerimiz vesaire… Yani neredeyse komuta kademesinde oralara gönderilecek subayımız kalmıyor ya, böyle şey olmaz” diyecekti. (26 Ocak 2013)

Suçlama, suçlama gibi değildi. Sahte belgelere, güvenirliği olmayan tarih-yer-zaman hatalı uydurma DVD’lere, itirafçı ve ajan anlatımlarına ve adam öldürme-tecavüz hükümlüsü gizli tanık ifadelerine dayanarak hazırlandı.

***

İLAHİ ADALET: Yargılama, yargılama gibi değildi. 1560 maddi hatayı ve 23 bilirkişi raporunu görmezden gelen sanıklara ve avukatlarına duruşma yasağı verilen savunma süreleri kısıtlanan savunmanın ve sanıkların talepleri sürekli reddedilen dava Adalet Bakanlığı’nın bilgisayar ortamı UYAP’a taşınmayarak yargı denetiminden kaçırılan sanıklar tarafından tam 328 kez reddedilen bir heyetle yürütülen seçilmiş milletvekillerinin, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Adalet Bakanı, hâkim, savcı ve avukat düzeyinde hukuk adamınınüniversite rektörlerinin Genelkurmay Başkanı, Kara, Deniz ve Hava Kuvveti komutanları, ordu, kolordu, tümen, donanma komutanlarının terörist olarak yargılandığı 23 iddianameli, 2538 ek klasörlü, milyonlarca belgeli, örgüt davasıydı.

Darbe mağduru olarak sahne alan akepe, kendi ordusuyla çarpışan bir örgüte dönüşerek yaşamın tümüne el koymaya kalkışıyordu.

100 binden fazla telefon izlendi. 60 bin telefon dinlendi. 3 bin kişi hakkında takip yapıldı. Bin 360 kişi ifade verdi. 588 kişi tutuklandı. 7 sanık ifadesini veremeden öldü. 7 sanık kansere yakalandı.

Bu nasıl bir “rastlantı...” ise ya da “ilahi adalet...” bu ise kanser, “ben davanın savcısıyım” diyen başsavcı Başbakan’a da sıçrıyordu.

Kim bilir, belki de tarih unutmuyor, zamanı yeniyor, öç alıyordu.