Kim daha apolitik?

Gerçi Marx “Feuerbach Üzerine Tezler”inin 11.’sini kendisinden önceki materyalist filozofları eleştirmek için söylemiştir, ama bu özlü söz, Türkiye’nin çoğu sol ve sosyalist örgütünün durumuna da cuk oturmaktadır:

“… dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumladılar, aslolan onu değiştirmektir.”

Siyasal analizler yapmak, yayınlar çıkarıp makaleler yazmak, açıklamalarda bulunmak, politika yapmak anlamına gelmez. Bunlar henüz işin yorumlama kısmıdır.

Politika, yapılan bu yorumların hayata geçtiği, kitleler arasında vücut bulduğu, yani siyaset arenasının tezgâhında sınandığı zaman başlar. Politika, değiştirmeyi amaçlar. Daha doğrusu değiştirebilme iktidarıdır.

Sun Tzu ve Kautilya’dan Machiavelli’e, ondan da Lenin ve Mao’ya kadar bütün siyaset erbabının, politika-güç ilişkisini vurgulaması bundandır.

Politika güç ile yapılır, laf ile değil. Dünyayı laf değiştirmez, güç değiştirir.

Marx 11. Tez’de aslında filozofları politikaya davet eder. Yorumlarının ne kadar doğru olduğunu sınamanın başka bir yolu yoktur.

Bilim, sanat, felsefe, matematik yapmak için örgüte gerek yoktur. Yeteri kadar donanımlı bireyler, hadi bilemedin araştırma merkezleri, kültür merkezleri bu görevi yerine getirebilir.

Ama politika yapmak için örgüt gerekir. Örgüt, söylenen ile eylenen arasındaki açıyı kapamanın, yani edilen lafı hayata geçirmenin aracıdır.

Türkiye sosyalistleri, hepimiz, henüz yorum yapıyoruz hâlâ politika yapma aşamasına geçmiş değiliz.

Denilebilir ki, o aşamaya geçmek salt iradi çabayla olmaz, toplumsal koşullarla, nesnellik ile sınırlıyız. Bu tespit geçtiğimiz Haziran’a kadar doğruydu. O andan itibaren artık doğru değildir.

Daha 7-8 ay önce “Hükümet istifa!” diye sokakları doldurup meydanları işgal eden, polisle çatışmayı ve ölümü göze alan, sol ve sosyalist yorumları anlamaya açık, tüm ülke sathına yayılan 10 küsur milyon insan vardı. Pencerelerinden tencere-tava çalanları da hesaba katarsak bu rakam katlanır. Türkiye’nin en aydınlanmış, en dinamik kesimi. Üstelik harekete de geçmiş. İşte nesnellik! İşte manivela!

Haziran Ayaklanması, muazzam bir enerji biriktiğini, ama mevcut hiçbir sosyalist örgütün o enerjiyi yönlendirip iktidara alternatif bir politik güç haline dönüştüremediğini gösterdi. Demek ki tek tek hiçbiri böyle bir yapı ve donanıma ulaşmış değildi.

Bu saptamayı herkes yaptı. Haziran sonrası ortaya çıkan “cephe”, “güç birliği” gibi tartışmaların ve girişimlerin nedeni budur.

Ama eksikliğin nerede olduğu saptanamadı. Herkes kendi programının ve siyasi hattının tamamen doğru olduğundan emindi burada bir boşluk, eksiklik görülmüyordu, tek eksik halkı örgütleyip yönlendirmekteydi. Haziran’da kesişen yollar tekrar ayrıldı herkes kendi yoluna gitti. Kendi yoluna gitmenin allı pullu teorileri de yapıldı. Kısacası eylem birleştirmişti, laf ayrıştırdı. Her zaman böyle olur zaten...

Oysa anlamlı soru şudur: Bir programın, politik hattın ve örgütlenme tarzının doğru olup olmadığı nerede sınanacak? Herhalde tartışma toplantılarında değil, pratikte. Daha dün muazzam bir emekçi pratiği yaşadık ve bu açıdan tablo ortada.

Programımda ve siyasal hattımda hiçbir boşluk ve yanlış yok, ama halkı örgütleyip yönlendirmekte eksiğim var diye bir şey olmaz. Hele hele emekçiler eylemli olarak ayağa kalkmışsa. Ayağa kalkan bir halkı örgütleyip yönlendiremeyen bir program ve siyasal hat yanlıştır hadi eksiktir diyelim…

Bugün doğru bölünmüştür. Solda birlik budalası değilim. Adları solcu diye beş benzemezi bir araya getirmenin kimseye bir faydası olmaz. Ama birbirine benzeyenlerin, hele içinde yaşadığımız politik koşullarda, emekçileri hiç mi hiç ilgilendirmeyen, toplumsal düzlemde bir karşılığı bulunmayan bahaneler üreterek, bir araya gelmeyi becerememesi, en hafif deyimiyle sorumsuzluktur. Apolitikliktir! Yorumla yetinmek, değiştirmekten kaçınmaktır.

Sonuç alma potansiyeli olan güçlü ve olgun bir önderlik hissetmedikçe sokağa çıkmayan halk mı daha apolitiktir, böyle bir önderliği oluşturma noktasında ayak sürüyen solcular mı?